OLAY Gazetesi Bursa'da Yaşam Dergisi'nin Şubat 2001 Sayısı 149-161 sayfalarında merhum Yaşar Faruk İnal'ın "İnegöl ve Uludağ" adlı bir yazısı yayınlanmıştı. Bu yazı beni bir şiir tadında etkiledi. O günden bu yana bu yazıyı tıpkı bir şiiri okur gibi tekrar tekrar severek okumuşumdur.
Yazı içindeki bir bölüm var ki daha fazla okuyucuya ulaşması için ben de bir şeyler yapmalıyım diye çok düşünmüşümdür.

Bu derginin ulaşacağı okuyucu kitlesini de tahmin edebildiğim için bunu bir fırsat olarak gördüm. İnegöl sevgisinden çok etkilendiğim merhum Yaşar Faruk İnal'ı da bu okuyucu kitlesi ile buluşturmanın mutluluğunu da yaşamak istedim. O yüzden bundan sonrasını Yaşar Faruk İnal'ın o sevimli anlatımına bırakıyorum.


Oylat gençlerinin civar köylere düzenledikleri geziler çok zevkli olurdu. Münir Ağabey akordeonu, Remzi Hoca ve Yeni Dekor Enver, nükteleri ile katılanlara zevkli saatler yaşatırlardı.


Vadiler arasındaki düzlükteki Oylat'ı iki yanındaki tepelerden seyreden iki köy vardır. Her iki köy de, 93 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Kafkasya'nın Gürcistan bölgesinden gelen insanlar tarafından kurulmuştur. Kırmızı yüzlü sağlıklı insanlardır.


Köylerden birisinin adı Bahçekaya, diğerinin adı Pazaralanı dır. Kafkasya'da olduğu gibi bu köylerde de yüz yaşını aşkın insanlar çoktur. Mısır ekmeğini buğday ekmeğine tercih eden, yoğurdu ve ayranı, hormonsuz, doğal sebze ve meyveleri ile aranıp da bulunamayan özellikteki yerlerdir.
Geçmiş zaman, 50 yıl öncesinin Pazaralanı (şimdiki adı Saadet) gezisinde, başımızdan geçen ilginç bir olayı anlatmak isterim.
Kafilemiz Pazaralanı'na varmıştı ki, bizi çevik mi çevik, kırmızı yüzlü bir ihtiyar delikanlı karşıladı. 100 yaşında vardı. Ama tepelere öylesine hızla tırmanıyordu ki, ona kimsenin yetişmesi mümkün değildi. Az sonra mola verildi köye girmiştik.


Bir ağaç dibinde; nefis Pazaralanı ayranını yudumlarken, biz gençler, eğlencenin başlaması için sabırsızlanıyorduk. Hepimizin gözü akordeonu ile Münir Ağabeyde idi.


Kafilenin başındaki yaşlılardan birisi merak etmiş. İhtiyar delikanlıya bir soru yöneltmişti. -Doğma büyüme buralı mısınız?


-Evet, dedi ihtiyar delikanlı. Doğma büyüme Pazaralanı köylüyüm. Siz beni gençliğimde görecektiniz. Ben Osmanlı sarayının Kavanozcubaşısı idim.
Kavanozcubaşı tabirini duyanlar birbirine bakıştılar. Doğrusu ya, Şamdancıbaşını duymuşlardı. Faytoncubaşı kulaklarına çalınmıştı. Ama Kavanozcubaşı nasıl bir görev üstleniyordu acaba?Merakımızı yine ihtiyar delikanlı bozdu.

-Bizimkiler Kafkasya'dan geldiklerinde, buralar Osmanlı Sarayına ait arazi imiş. Köylerimizi saray arazisi üzerine kurmuşuz. Köylerin saray ile irtibatı vardı. Ben üç kişilik ekibimle, Oylat deresinde gün boyu alabalık yakalamaya çalışırdım. Her hafta bu balıkları canlı olarak kavanozlar içinde Yıldız Sarayı'na götürürdüm.

Ben çok küçüktüm. Büyükler bu sözlere tam olarak inanmışlar mıydı; şimdi saptamam zor. Ama bu anımın 20 yıl sonrasında, İstanbul'da yayınlanan Hayat Dergisi, Sultan Abdülhamit'in kızı Ayşe Osmanoğlu'nun "Babam Abdülhamit" başlıklı anılarına yer verdi. Ayşe Osmanoğlu anılarında aynen şunları söylüyordu;

"Saray'daki günlerimiz yeknesak geçerdi. Sadece İnegöl'ün Oylat deresinden alabalık,Çitli Köyü'nden madensuyu geldiğinde, sofra bir başka şenlenirdi. Sarayda değişik bir gün yaşanırdı." Olay benim dizelerime şöyle takılır;
"Çitli'den madensuyu,
Oylat deresinden alabalık,
Geldiğinde başka olurmuş
Padişah sofrasının çeşnisi,
Doksanüç Kafkas göçmeni,
Bir delikanlı, kırmızı yüzlü
Pazaralanı Köyü'nden,
İnegöl'ün.
Sarayın Kavanozcubaşısı,
Böyle yazıyor anılarında;
Abdülhamit Han'ın kızı
Ayşe Sultan..."

Kaynakça : Turhan Şahin İnegöl Orun Dergisi, Yıl 1, Sayı 1, Sayfa 3