O lanetli gecenin kutlu sabahından bu yana altı yedi ay geçmişti. Çabuk unutturan bir modern zaman diliminde nefes alıp verirken mazi ile atiyi bağlayacak bir anlayış inşa etmişti ruhunda. Temmuz ayının sıcak gecesinde tankların meydanlarda gezinmesi ve darbe yapmak isteyen adi hainlerin kodese tıkılmasından çok zaman geçmemişti.

Eski dönem savaşları gibi kısa sürede bir "var oluş savaşı" verilmiş ve millet kazanmıştı. Millet, şehitler ve gaziler de kazanmıştı. Sivil kıyafetli onca insan silahların önünde dikildi, vuruldu, düştü ama korkmadı ve vazgeçmedi.

O günlerin unutulmaması için ressamlar resimlerini çizdiler, kameramanlar gazilerin yaşadıklarını kaydettikten sonra şehitlerin emanetlerine çevirdiler objektiflerini. Onları da kayda geçirdiler. Sanatçılar, bağlamaların tellerine dokundular, dualar hükmünde nağmelerini uçurdular semalara. Gazeteciler, köşelerinden yazdılar, konferanslara katıldılar, duyduklarını ve yaşadıklarını anlattılar. Herkes üzerine düşüne yapmaya çalışmıştı.

Kalem erbabından biri de o günleri yaşamıştı. Torunlarını, anneanneye bırakıp kızı ve komşularıyla direnişe katılmış ve bir kalem erbabı olarak değil de bir vatandaş olarak yola çıkmışlardı. Belki de bu akşam kalemine damarlarından kan çekerek yazacaktı son eserini. Abdestini aldı, yaptıklarını düşündü, yazdıklarını hatırlardı. İmanlı bir gençliğin yetişmesi için vatanın her köşesini gezip konferanslar vermiş bir dava adamı olarak son bir şey daha yapması gerektiğine inandı.

Vatan hainlerinin karşısına dikilip zulümlerine "dur" demek istiyordu. Yol belliydi, yolcu da biliniyordu artık. Şimdi nasibini aramak zamanıydı. "Görelim Mevlam neyler/ Neylerse güzel eyler" diyen bir yüreğin sahibi olarak meydanlarda idi.

Severek seçtikleri Cumhurbaşkanını yedirmeyeceğiz diyen milletin arasında bir nefes almak bile tarafını belirlemek için yeterdi. Darbe yapmak isteyenlere vatanı dar getirmek için "meydanlara çıkın" emrine kulak vermiş ve yürümüştü yanındakilerle. Belki de çok istiyordu bu dünyadan "şehit" rütbesi ile mezun olup gitmeyi. Dualarından eksik etmediği bu temenniyi mırıldanıyordu. Sevdikleriyle yürüyordu ancak en çok sevdiğine evvelden kavuşmak dileğindeydi.

O gece olmadı. Daha yapacakları vardı demekti. Yaratıcı, dünya sürgününü uzatmıştı, demek ki bir müddet daha vazifeliydi...

Bundan sona ne yapacağını gayet iyi biliyordu. Bildiği işi en güzel şekilde yapmalıydı. Bir roman yazmalıydı. Bu dirilişi, inançlı nesillere aktarmak gerekiyordu. Tarihi hakikatleri ve topladığı bilgileri romanlaştırarak yazacaktı. Roman türünün imkanlarını kullanarak hakikati anlatacaktı. Birkaç hayali kahramanın gözünden roman aynasına yansıyan hakikatleri yazacaktı. Romandı yazacağı eserin türü... Zira gençler roman okumayı severlerdi.

Gerçi yazar da bir edebiyat öğretmeniydi ve her edebi dönemi anlatmaya başlamadan önce o dönemin sosyal ve siyasi olaylarını anlatır ve bu olayların edebiyata, edebi eserleri nasıl yansıdığını bilirdi. Şimdi anlattıklarını kendisi yaşıyordu. Çağa ve çağın olaylarına şahit olmuş bir kalem sahibi olarak yazmak boynunun borcu idi. Hiçbir romancı yazmasa bile o yazmalıydı mutlaka.

Röportajların, konferansların, söyleşilerin, köşe yazılarının ardından okuyanı o günlerin sıcaklığına götürecek; şehit ve gazilerin güzelliklerine inancı çerçevesinde romanlaştıracaktı.

Derin Çete Serisinin 7. kitabı olarak Ali Erkan Kavaklı Hocanın, 15 Temmuz DİRİLİŞ DESTANI romanından söz ediyordu. Ay yıldızlı kırmızı bayrakla oluşturulmuş bir arka zeminin üzerine korkunun, sindirmenin, darbenin sembolü tank, uçak ve helikopter karartısının önünde direnen milletin resmedildiği kitabın kapağını araladı. "Aziz Ahmet Taştan Kardeşime Dualarımla" notu ile tarih ve imzanın olduğunu gördüğünde derin bir minnettarlık duydu bu satırların yazarı.

Günlerdir bu kitabı bekliyordu. Susamış bir insanın ruh haliyle yapraklarını çeviriyor, satırlardaki manayı imbik imbik gönlüne akıtıyordu. Şehitlerin hikayelerini, kahramanların destanını sesinin titrekliğine eşlik eden gözyaşları içinde okuyordu gözlerini yummak üzere olan gençlere. Elli sahife okudu program yaptığı gençlere uyusunlar diye. Ancak okudukça meraklar artmış biran önce gelmesi gereken uyku bir sonraki dakikaya ertelemişti gelişini. Sabah uyandıklarında "hocam 15 Temmuz'u okumaya devam edelim" dediler. Gençler o geceyi asla unutmamalıydılar. Unutturmayacaklardı.