Cumhuriyet Dönemi Türk şiirini inceleme mevzusu 12. Sınıflar tahsis edilmişti. Saf şiir konusunda öğrencilerinin ellerine verdiği metni okutup ders işleyecekti. Ardından üniversite heyecanı ile yerinde duramayan gençlere adeti olmadığı halde izin verecekti. Lakin söz sözü açtı, daha önce tasarlamadığı diyarlara vardı şiirin yolu.

Ahmet Haşim gibi bir sembolist şairin, Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar makalesinde ifade ettiği, o ezberlenesi cümleyi tekrar etti. Aslında bu harika bir yazılı sorusuydu. Ne diyordu Haşim Baba, "şiir söz ile musiki arasında sözden ziyade musikiye yakın." Ekliyordu Üstad, "şiir anlaşılmak için değil duyulmak yani hissedilmek için yazılır."

Sıranın üzerindeki edebiyat kitabının yanında sere serpe uzanmış matematik kitabına gözü takılan öğrencilerin kafası böyle meşgulken edebiyatçının hangi sözünü anlayabilirlerdi. Bu ruh halinde kulağına çarpan seslerle uçuşan anlamı kaç öğrenci toparlayabilirdi? Duygularının adı heyecan, stres ve korku sarmalından başkası olmayan bu zihinlere, saf şiir yazanların kendine göre imgeleri olur dediğinde ilgi ile bakan birkaç gözü fark edince Divan edebiyatındaki meşhur maznunlara daldı.

"İmge, divan edebiyatında mazmuna denirmiş. Altı asırlık Divan şiirinde sevgilinin yanağını Kur'an sayfalarına, üzerindeki sarı ayva tüyleri de sayfalarda yazılan ayetlere benzetilmiş, en güzel ayetler ise dudakların etrafındaki tüylermiş ki onlarda mısra-ı berceste denirmiş" derken...

Durdu birden, gözlerine kızmış olmanın anlamını yükledi ve tavana doğru bakıp poz vermeye çalışan öğrenciye kitlendi iki saniye. Derin bir utanma olması gerekirken diğer öğrencilerin yapabileceği utanma hissi veren ufak hareketleri yapmadı sadece normal haline döndü bir şey olmamışçasına.

"Divan şairleri, sevgilinin kaşını bazen Arapçadaki "r"? harfine, bazen, gökteki hilale, bazen de yaralayan hançere benzetirler. İşte bunların hepsi birer mazmundur. Sevgilinin ağzı inci mercan olan dişlerini saklayan sedef kutusu gibidir, çene çukuru Hz. Yusuf'un düştüğü kuyuya misal getirilir, bukle bukle saclarda aşık'ın gönlünün asılı durduğu sivri çengellere benzetilir, sevgili saçlarını savurdu mu aşık'ın da gönlü paramparça olur" derken...

Durdu birden, cam kıyısında elinde kalemi ile başörtülü biri geleceğe yönelik korkularından birini daha gidereceğini sanıyordu bir iki matematik sorusu çözerken. Sınıftaki ilgili bakışlar kendisine döndüğünü hissettiğinde geriye yaslandı ve katıldı duygusal kalabalığa.

"Gamze, o sevgilinin yan bakışı yok mu o fitnece bakışı... Bir iki aşığına aynı anlamda baktığında ortalık kan gölüne döner ve mahallenin köpekleri aşıkların kanlarıyla beslenirler. Servi boylu, endamlı sevgililer çok ağırdan alırlar."

İşte bunlar etrafından dönmüş Divan şiiri. Ancak günümüzde de saf şiir, yani sadece şiir yazmak için şiir yazanlar vardır. Saf şiirde ideoloji yoktur Nazım Hikmet gibi, toplumun sorunlarını da çözmeye çalışmazlar Mehmet Akif misali. Dizelerin mükemmelliği, formun konuya uygunluğu çok önemlidir onlar için... Onlar kim? Kim olacak Ahmet Haşim'den tutunda Yahya Kemal'e kadar. Ondan tutunda Necip Fazıl'a kadar, oradan Cahit Sıtkı'ya geçin... Ahmet Hamdi, Ahmet Muhip Dranas..."derken..

Durdu birden. Gözü duvar dibinde kısa boylu solakzadelerden bir esmer delikanlıya takıldı. Zaten ona zaman zaman kızardı. Evet, bu sınıfın edebiyatla bir problemi vardı. Ancak sözü kendi üzerinden devam ettirdi.

"Biliyorum ben sınıfınıza girmeden önce namım girmiştir, hakkımda duyduklarınızı yaşıyor olmalısınız. Sadece büyük üniversite sınavının derin stresi yok üzerinizde. O derdin ardına sakladığınız bir düşünceniz var hakkımda, beni tanımadan ve bilmeden zihninizin orta yerine bırakılmış bu önyargılardan kurutulur musunuz bilmem ancak bu son dersimiz zaten. Seneye siz yoksunuz ben de sizin için olmayacağım. Ancak sözlerim o büyük beyinlerin sözleri olduğundan dinlenilmeyi hak etmiştir" dedi...

Nefsini kınadı sınıfın gözleri önünde. Onlara da her zaman bir parça hak veriyordu. Evladı gibi sevdiği öğrencilerinin tepeden tırnağa suçlamayı asla kabul edemezdi.

"Ahmet Edip isminde şair arkadaşımız var" diye sözü devam ettirdi. O bir dizesinde Trafikte sabah ölür/ Kubbesiz sularla yıkarlar şehri" der. Sizce ne demek kubbesiz su?

Sınıftaki bakışların sayısı arttı. Şimdi daha bir ilgi oluşmuştu lakin kimse "bundan gayrı edebiyata bağlanıyoruz" modunda değildi. Zira kimyaları bozulan bu gençler edebiyatla, şiirle biraz hissetmeye çalışmış olsalardı damarlarından aşk akardı belki de.