"Dünya, beşten büyüktür" dediğimiz günden beri, belki de daha ötesinden, dünyayı dar etmeye çalışıyorlar ülkemize. Dört bir yandan geliyorlar Akdeniz'e. Ne kadar dostu, ne kadar düşmanı varmış Suriye'nin.

Uzak diyarlardan geliyorlar. Uçağını gemisini kapan yığılıyor etrafımıza. Kızılca bir kıyamet kopacak yakında belli. Hangi uğursuz masanın etrafında alındı o kararlar. Yokluk içinde geçinen zavallı Suriye halkı hangi günahlara bulaştırmış ki ellerini, kaderlerinde bunlar yazılmış.

Dünya, kahpe dünyadır. Dünde öyle idi bugün de aynısı. Orhun abidelerinde Çinliler hakkında büyük büyük atalarımızın söylediği gibi; "Çin milleti kendinden güçlüsünü, iyiyi yürütmez imiş, onca tatlı sözler söyler, ipek kumaş gönderir, yakına çeker, sonra da ansızın başına çökermiş."

Dün akşam vakti arabayla okuldan eve dönerken radyodan bir haber vurdu kulaklarımın çeperine: "İsrailli askerler iki Filistinliyi daha öldürdü!!!" Bu kaçıncı, yeter artık. Hiç mi duymayacağız iki tane, üç tane çok tane İsrailli askerin gebertildiğini.

Akdeniz'deki bu ahval, Suriye topraklarında bu hareketlilik ve karmaşıklık sanırım İsrail'in işine yarayacaktır. Sinekten yağ çıkaran ticaret kafası sahibi Yahudi milleti, acaba bu bulanık suda kaç balık avlayacaktır. Sonunda sapık inancını samimi neferleri olarak Arz-ı Mevud'a ulaşmak amacından vazgeçmiş değildir. İstemezdi Rusya gibi güçlü bir devletin civarında dolaşmasını, lakin Rusya'nın sıcak sulara inme hedefini bir tuzak gibi kullanıp Suriye'den ufak bir toprak parçası, üss müss...Tamam.

Bir insanın kandırmanın en kolay yolu, onun yapmak istediklerini yapıyormuş gibi görünmektir. Tuzağın böyle kurulacağını bilmek zor değildir. Karşı taraf da bilir bunu. "O milletin karı olmasa bize bu kıyağı asla yapmaz" deyip tuzağın farkına varsa da "tuzağa düşmek" işine gelebilir, siyasetini de dayanıklı kılabilir.

Böyle düşündüğümde aklıma şu misal gelir. Geç vakit eve doğru giderken ardından bir kuduz köpek kovalayıverse. Zaten eve gidiyorsun koşarsın da eve çabuk varırsın.

Koskoca devlet adamları dünya milletlerinin gözüne baka baka yalan söylüyor. Hedef saptırmaya çalışıyor hem suçluyu hem de güçlüyü oynuyorlar.

Bütün bunları, kafama takılan şu soru için yazdım. "Neden bu topraklarda bombalar patlıyor? Ekmeğini almak için fırının önünde sıra bekleyen masumların tepersine neden düşer bu bombalar? Zaten varlıkları yok. Çamurdan derme çatma evlerde yaşayan bu insanların merak ettiği en büyük soru şu bizim suçumuz nedir?

Evet, ben de merak ediyorum; Akdeniz'e savaş gemilerin gönderenler memleketlerin başkentlerine füze atılacak mı? Savaş ile ilgisi olmayan ve başkentte yaşayan üç beş kişinin parçalanmış fotoğrafları, Ortadoğu için karar verenlerin masasına bırakılacak mı? Ve bunca barış ve sükunet çağrısına kulak asmayan o zalimler, ellerinde tuttukları fotoğraflardan, büyük kararların alındığı masanın üzerine damlayan kanları görebilecek midir?

Bu savaş topraklarının uzaklarda olması, kendi insanlarının ölmüyor olması, hiç mi vicdanın sızlatmayacak acaba? Savaşa bir iş gözü ile bakan bu zalimler ölü insanları kim bilir hangi kelimelerle ifade ediyorlar. Vicdana dokunan kelimeleri kaldırıp, yerine nesne isimleri ya da duygusuz kelimelerle -mesela unsurlarımız- gibi anlatımlarla nasırlaştırıyor yürekleri. Taş yüreklilere duyurulur.

"Kalpler, Allah'ı anmakla mutmain olur"