Saygıdeğer Hocam,
“Sevgili günlük” yazmıştı, temiz sayfalarımdan birisine. Gözleri dalıp dalıp gidiyordu uzaklara. Neler yazacağını, nereden başlayacağını bilemiyormuş gibiydi. Bir mahcubiyet seziyordum. Onca zaman sakladı benim temiz sayfalarımdan “Nasıl yazamazsın” diyen emredici sesinizi. Günler sonra yazacaktı belki de. Elimde bir gücüm yok ki, zavallı defterim ben, mecburen her şeyini dinlemek zorundaydım.

Sayın Hocam,
Sevgili Günlük olarak yapmam mümkün olsaydı yazılmak istenen her sayfamın bir kenarından yarısına kadar katlanır “hayır, yazma lütfen, bu gün yazmanı istemiyorum” demek isterdim bazen.

Yaratılmış olan bizlerin ağrına giden şey, varlığımızın yok sayılmasıydı. Biz günlükler amel defteri gibiyiz… Her gece onun dertlerini dinlerken, hatta onu dinlendirirken, stresini alırken ne zahmetler çekiyoruz… O genç kız sizi verdiğiniz ödevi yapmamakta direnirken beni yok saymıştı.

Bu genç kız, hayatının en büyük hatasını bir inat uğruna yaptığını yazdı bu gün. Vallahi hocam merhamete gelmişiniz de “takdirname” alacağı dönemde edebiyat dersinin zayıf gelmesine gönlünüz razı olmamış. Sevindirdiniz garibanı.

En son, okulun geniş iç avlusunun bir kıyısında dakikalarca anlatmışsınız hocam, babasının “özür dile hocandan” emrini yerine getirirken.

Her şeyi ama her şeyi anlatmışsınız hocam bizim kıza… İnat dağlarını aşması için meseleyi o kadar basitleştirmişsiniz ki… İşte şu sayfamda yazıyor…

“-Lambaları açıp kapatabiliyor musun?” demişsiniz. Nazlı kızlara mahsus baş eğmeler, boyun bükmeler eşliğinde cevap vermiş size;
“-Evet, yani?”
“-Öyleyse bunu da yazarsın.”
“-Ya kabiliyetim yoksa”
“-Sen buna inanıyor musun? Ayrıca, senden şaheser bir yazı istemiyorum ki sadece yazmanı; evden çıktım, merdivenden iniyordum, düştüm. Kalktım, koştum gibi cümleler…”

Köşeye sıkışmış. Evet, lambaları açıp kapatabilir… O kadar basit her şey ama inada dayandırmış işi…

Tam bu esnada elinde olmayarak yarım bir sesle “zaten günlüğüme…” demiş ve benden bahsetmiş size.

İşte ben o bahsedilen günlüğüm… Varlığımı gizlemiş. Siz konuşmasını birden kesmişsiniz.

“-Ne, ne… Sen günlük mü tutuyorsun” şaşılacak ne vardı anlamadım şimdi.

Evet, saygıdeğer hocam,
Bu şımarık ve tembel kız, yıllardır benim sırtımdan inmiyor ki. Küçükken bir ödev verdiler buna -o zamanlar ödevlerini titizlikle yapardı, bu kadar değildi- babası bir günlük yani beni hediye etti ona. O günden bu güne her bir derdini dinlerim onun. İyi kızdır bakmayın inat olduğuna.

“Sevgili günlük” dediği zaman içimin yağı eriyor. Kıyamıyorum, açıyorum kollarımı;
“-Yaz kız, ne derdin varsa yaz. Ne düşünüyorsun ki yaz gitsin, nasılsa bir sen, bir ben bileceğim anlatacaklarını” dedim.

Sayın Hocam,
İtiraf edeyim size, pek paylaşman onun yazdıklarını ancak yaptığınız görmezden gelinecek bir şey değil. O kadar uyarmışsınız, o kadar dil dökmüşsünüz… Deneme yazmasını istemişsiniz, galiba yazmamış, bahane hazır bilirim; kabiliyetim yok. Hocam, bu kız kendi kendisiyle çok konuşur. Az okur ama iyi düşünür, biraz da pimpiriklidir aslında. İnanamadım nasıl olur da ikna ve ispat olmayan bir konuda deneme yazamamış, şaşırdım kaldım.”

Ayrıca şu Garip Şiir mi ne yazılacakmış. Bizim kız, düz yazıyı bile yazamıyor ki nereden yazsın şiiri. Mutlaka itiraz etmiştir; hem de aynen benim dediğim gibi “düz yazı bile yazamazken nasıl şiir yazarım ki?”

Biraz düşününce zaten garip garip satırlarını hatırlıyorum önceki sayfalarımda. O kadar saçma ki yazdıkları, gülmekten kırılırsınız. Zaten o şiirde ölçü yokmuş, kafiye de yokmuş… Oh ne ala… Şiirden mi yoksa bizim kızdan mı bahsediyoruz hocam. Zaten odası pek düzenli değildir. O kendini düzenli sanıyor ama bakmayın siz ona. Garip şiiri de yazardı, yazardı ama tembellik demir atmış ruhuna hocam.

Şimdi o tepemde bekliyor. Gözlerini tavana dikmiş, elini çenesine dayamış… Öyle dakikalarca bekler. Annesi ders yapıyor sanıyor. Ben de neler yazacak diye bekliyorum. Bakalım itiraf edecek mi kendisine, niçin öyle davrandığını.