Kebabın başında kalmıştık değil mi? Size bir sır vereyim. Kebabın tadından bir şey anlamadım. Zira insanın zihni meşgul iken adını sorsanız "bilmiyorum" der ya bazen, ben de o halde idim. "Son Yemek" diyesim geldi masanın etrafındaki gençlere. Bir telmih sanatının icrası gerekliydi. Ben de yaptım; Hz. İsa'nın havarileriyle yediği son yemek gibi "El Maide..."

Her dem, bir bardak çaya mide ülkesinde yer vardır, derim. Gelsin çaylar... Demleri bardağın kıyısında köşesine serpilmiş çaylarımız. "Burada adet böyle" demişti genç mihmandarım Semih. Kıtlamayı beceremesem de içmeye devam ediyorum. Dört şiş kebap yetmişti ancak o gün mideme bir ton yük daha yükledim. Bazen yöreye özel yemeklere torpil yapıyoruz.

Müsaade alıyoruz gençlerden... Tebriz çarşısına gidiyoruz iki hanım kızımla. Bayılıyorum otantik ve temiz oluşuna. Bir öğretmen ve iki talebesini ağırlayacak mükemmel bir köşe...

"Hocam, gençler için neler yapabiliriz?" sorusu ortadaki masanın ortasına bırakılıyor? Bir şeyler yapacak gençleri bulmak için can atan bir öğretmene şifa gibi sorular bunlar. Saatler dar geliyor bu muhabbet dolu gönüllere. Yine çay, yine fotoğraf yine müşfik bakışlar... Çıkıyoruz, civardaki tarihin içine dalıyoruz. Tuğba fotoğraf çekmeye bayılıyor.

Ulu Caminin kapısında çiseleyen yağmurun damlalarına aldırmadan beklenen ayrılış vaktini biraz daha öteye iteliyoruz. İspirden gelecek kadim dostumu beklemekteyim. Ulu caminin taş mimarisi beni sarmalayıveriyor. Müminlerin ortak mekanı cami. Orada beklerken nafile ihmal edilmemeli. Camide Medine'deki Ravza-yı Mutahhara ve Mekke'deki Kabe'nin maketleri gözlerimi kamaştırıyor.

Bir köşede oturuyoruz. Taşların serinliği gönlümüzün özlem ufuklarını da nemlendiriyor. Kardeşim, aracıyla gelmiş olduğunu söyleyince gözlerimiz açılıyor. "Haydi, o zaman tabyalara uçalım." En yakın tabya gözlerimizin önünde ancak ulaşım ve vakit darlığı bizi caydıracaktı. Lakin işte Tabyanın kapısındayız. Merdivenleri çıkıyoruz...

Erzurum ayaklarımızın altında. Bir dağdan öbürüne nazar etmek için zahmete gerek yok. Yakın tarihte Rus Harbinde kahramanlıkları akıllara durgunluk verecek Nene Hatun ve Erzurumluların mücadelesi. Muhkemce yapılmış binaların boşluğuna cahilliğimizde eklenince çabucak bakıp geçiyoruz tarihe şahitlik etmiş bu taşların önünden.

Enes, daha önce geldiğinden rehberlik yapıyor bize. "Yürüyelim öbür tabyalara" dese de göze alamıyoruz. Aracımıza atlayıp varıyoruz bir diğerine... Hamidiye tabyası, Mecidiye tabyası ve diğerleri. Bir saat sonra bastıran karanlığa aldırış etmeden görmek istediğimiz her şeyi görüyoruz. Şehre inme vakti... Akşam namazı kılınacak. Yol üzerinde Abdurrahman Gazi Türbesi tabelasını görünce dostların tavsiyesini düştü aklıma. "Zaten yakınmış 2-3 kilometre kadar.

Abdurrahman Gazi, herhalde Türk büyüklerinden biridir sanıyordum. Huzurundayız. Sahabeden olduğunu okuyunca içimize huzur doluyor. Sevgimiz ve hürmetimiz kat kat artıyor. Efendimiz (sav) yüreklerine yaktığı cihad aşkının şavkıyla uçup gelen mübareklerden biriymiş. Müstefid oluyoruz. Akşam namazını camisinde kılıyoruz ve yatsı için Murat Paşa camiine gidiyoruz... Zira o mükemmel sesi dolduracağız gönüllerimize...

Ertesi gün uçağımız kalkacak... Sabah namazından sonra uyumadık. Ergün kardeşimizle bir tas çorba içtik ve onun garaj gönderdik. Her dükkanı kapalı Erzurum sokaklarında yalnız dolaşan iki insandık şimdi. Kaleye girdik saat kulesine çıktık. Etrafı özleyecekmişim gibi seyrettik. Taşhan'dan hatıra aldık ve ardık hava alanına götürecek otobüsü bekliyoruz...

Ellerinde çiçeklerle hediye paket bulunan iki hanım kızımızı görüyoruz ve mest oluyoruz. İncelik, nezaket, kadirşinaslık, minnettarlık ve daha nice güzel duyguları bir buket olarak uzatıyorlar. Tüm güzellikleriyle beraber Erzurum şimdi aşağılarda bir yerde... Bulutlar kapatıyor üzerini ve uçağın istikameti Bursa'yı gösteriyor.

Görüşmek üzere Erzurum, Anadolu'nun yiğit insanları. İsmi anıldığında gönlümüze güven veren memleket ... Şimdilik elveda...