Geleceğim diyorum
Takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman..

Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan

İlk şiirlerim bunlar benim. Gözümün nuru gibi sakladığım ilk göz ağrılarım. Çocukken 23 Nisanlarda okuduğum şiirlerden bahsetmek istemiyorum ama sanırım onların da küçük bir etkisi var şiire karşı duygularımın artışında. Altıncı sınıftaydım ve gözümün önünden gitmeyen bir film karesi var orada. Çok amaçlı bir salonda şiir çalışması yapılıyor. Küçük bir topluluğuz, elimize tutuşturulmuş altı belki yedi şiir var bunlardan birisi; Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman bir diğeri Sessiz Gemi, bir diğeri İstanbul'u Dinliyorum. Tabii bir de Bursa'da Zaman...
Ezberlediğimiz bu şiirlerden birini okuma sırası bendeydi. Sahneye çıkıyorum. Sessiz Gemi'yi okurken Mustafa Hoca'nın beni izlediğini fark ediyorum. Sahnede biraz kalıyorum. Sonra Mustafa Hoca dönüp arkadaşlara; "Aranızda başlarda en kötü okuyan Selin idi." Sözün en kaba kısmını yontmadan pat diye söyledi ve memnun eden kısmını da ekleyiverdi. "Şimdi ise en güzel okuyan o." diyor. Tebrik ediyor falan. Onure ediyor, heyecanlanıyorum sözlerin muhatabı olduğumdan.
Yine başka zaman dilimlerinde şiirler okunuyor ancak bitmiyor bu fasıllar hiçbir zaman.
Dokuzuncu sınıfa başladığımız ilk haftalarda öğrenciler arasında bir kağıt dolaşıyor."Şiir grubuna" katılmak isteyenler adını kağıda yazıyor. Önce tereddüt ediyorum sonra şiir sevgisi adına göze alıyorum bu tatlı macerayı. Ardından bir yıl boyunca "Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman" çalışılıyor ve Gültekin Hoca'nın katkılarıyla bakıyorum ki daha da seviyorum bu işi. Günler geçtikçe bu şiirle özdeşleşiyorum. Sınıfın tam ortasında Gültekin Hoca tarafından şiiri okumaya davet edildiğim bir gün arkadaşlarımın ısrarıyla şiiri defalarca okuyorum.
Günler sonra Ahmet Hoca bir ödev istiyor bizden. Sunumla birlikte bir şiir okuyacağız. Ahmet Hoca beni şiir okurken ilk defa dinleyecek. Kendi içimde gerilsem de güç bela sahneye çıkıyorum. İstanbul'u Dinliyorum vakti...
Ardından neler oluyor bilmiyorum ama kendimi Ahmet Hocanın şiir topluluğunun içinde buluyorum. Sanırım bu duygu sizin hayal etmenizle benim de yaşadıklarımı hatırlamamla anlam bulacak. Sayısını hatırlamadığım kadar program yapıyoruz fakat bu programlar bir başka. Usulü diğerlerininkinin yanından bile geçmiyor. Aynı olan tek şey heyecan... O asla gitmiyor.

Bu programlarda en çok Mehmet Akif'i ve Efendimizi (sav) yakından tanıma fırsatı buluyorum ben. O zaman ki meşhur şiirimse şöyle başlıyor; Bana dünyada ne yer kaldı emin ol, ne de yar... Aylarca bu dizeler düşmüyor dilimden. Bununla birlikte Efendimize (sav) Na'at Gecesi yapmaya karar veriyoruz bana da bir şiir düşüyor. "Yaradan Rabbim'in adıyla okudum..." diye başlıyorum na'at-ı şerife. Ve bu öyle bir duygu ki ruhumun bütün köşeleri yerine yerleşmiş gibi hissederken düşüncelerimi Na'at Gecesinde Ahmet Hocanın söylediği cümleler kaplıyor; "Efendimizi misafir etsek bugün acaba nasıl davranırız ona? Ya da bugün burada olsa neler yaparız onun için?" Keşke olsa ve bize düştüğümüz müşkül durumlarda yardım etse... Hayasızlıklarla kirlettiğimiz bu yeryüzünü temizlememize yardım ediverse... Bize Rabbimizi anlatsa, aşk'a kavuşsak. Hamza gibi olamaz kimse, ama babalarımız ona birer Hamza, birer Ömer olsa adeta. Sonra biz yarışa girsek eteklerinde koşuşan küçük çocuklar olsak da başımızı okşasa ve "beni seviyor musunuz?" diye sorduğunda "Evet, Ya Rasulallah seni çok seviyoruz." diyebilsek ya da en sevdiği yemeklerden biri olan tiridi yapmak için yarışa girse annelerimiz, bir köşesinde otursak, o mübarek elleriyle yemek yiyişini izlesek sonra güzel latifelerinin muhatabı olabilsek, şakalaşsa bizimle, gül yüzündeki tebessümün bir parçasına şahit olsak daha başka bir şey ister miyiz acaba bu bedbaht dünyadan!

Ve şiir bitti...

Gittin ya gül yüzlü sevgili.
Kırıldım gittiğinden beri
Kırıldıkça yandı canim.
...
Ağladım, kurudu göz pınarlarım
Ağladım, hasretine türkü yaktım
Ağladım gel diye Ey sevgili!
...
Gel Sevgili.
Gel öp, kokla ve yeşert bizi Ve kalbimizi...

Selin Terkin