Genç kız, Cuma gününün karanlığa kaldığı vakitlerde dilinden muhabbet devşirdiği hocasıyla bir geziye çıkacaktı. Daha önce de birkaç kez gitmişti, lakin Bursa’ya gitme imkanın bulmamış arkadaşlarına eşlik etmek hoşuna gidecekti. Bir önceki hafta birinci sınavlar bitmiş ve henüz kendini ödüllendirmemişti. Ailesinin yüksek müsaadelerini beyan eden izin belgesini imzalatmıştı o akşam.
Verilen vakitte yola çıkmak pek adetten değildi İnegöllüler arasında. O kadar tembihlemişlerdi ki “zamanında geliniz” diye, geç kalmamak için telaşlanıyordu. Araç gelmişti vakit tamamdı, “şimdi yola çıkma zamanı” diyecekti ki birileri henüz teşrif etmemişti. İnsan kaburga kemikleri arasında yürek değil bir gönül taşıyordu. Dostun kahrına bir nebze katlanabilirlerdi. Beklediler…
Bir saatlik yolculuk ve Bursa’nın ufak tefek taşları… Ne taş kalmıştı ne de o yeşil Bursa. Asfalt ve beton işgali altındaki kentin caddelerinde esiyorlardı. Sonra tırmanmaya başladılar. Yıldırım’da Miniatürkü arıyordu bir minibüs insan. Yanlışlıkla Cazibe Merkezinin önünde park ettiler.
Yanlışlıkla gelinen bu cennet parçası mekan, Uludağ’ın etekleriyle bütünleşerek yer tutmuştu. İnegöl’de parklar ile kıyaslamalar başladı grup arasında. Kimisi güzel diyordu, kimisi pek beğenmiyordu. Bu konuşmalar arasında kulaklara dokunan su sesi onları köprüye davet etmişti.
Köprüler… İki yakayı birbirine bağlayan ve altından çok suların aktığı asma köprüler, taş köprüler… Tüm bu köprüler, kıldan ince kılıçtan keskin köprüleri anımsatıyor. Aşağı bakmaktan bile kokanlara, su yerine dev alevleriyle cehennemi anımsatılıyor. Birkaç flaş patlaması ve yola devam ediş…
Park içinde maket hayvan figürlerinden esinlenerek dile getirilmiş düşünceler vardı. İnsanoğlunda güç olsa varlıkları yaratmayı bile dener. Resimler, üç boyutlular, bire bir boyutta olanlar ve daha niceleri… “Rabbimiz her dem yaratmadadır” ayeti düşüyor zihinlere. Fakat insana ne oluyor, insan kiminle yarışıyor? Modern zamanın yapaylarına ne kadar da çok değer veriyor insan. Fark edilmeyen, üstüne basılıp geçilen şu yeşil çimenlerin tekini yaratacak kabiliyet var mı insanda? Doğal hayatı tanımayan nesillere ekrandan gösterilen ve bu arada bir nebze tabiatın içinde yaşantı olarak hissedilsin diye yapılmış çalışmalar…
Dev akvaryumlara giriyor genç kız, ağır adımlarla. Camekanların ardında izlediği harika mucizeleri seyretmek mest ediyordu. Beş santim ötesinde en yakından gözlemlediği su altı dünyasına bayıldı. Arkadaşlarıyla pozlar verdi geleceğe kalmak için. Eskiden fotoğraflar sararırdı, artık öyle bir endişesi de yoktu bu fotoğraflar hakkında.
Sağanak yağışlı bir Bursa seması beklerken, güneş ışınlarını ok misali dünyaya gönderiyor olmasından memnunda genç kız. Zira gezilerde yağış sıkıntı oluşturur ve tadını kaçırırdı. Ancak rehber hocaları, “sıkıntılı ve yağılışlı havalarda yapılanlar kolay kolay unutulmaz” deyince, artık yağsa da bir yağmasa da…” diye iç geçirdi genç kız.
Yıldırım ilçesindeki tarihi ve önemli mekanların küçültülmüş maketleri dikkatini çekti. Kareler donduruldu. Ver elini Yeşil Cami, Emir Sultan… Civarda, Koreli ve İngiliz turist aramanın derdindeydi genç kızlar. Dizilerinden aşina olduğu Koreli simaları görüp iki kelam etmek istiyorlar. Yani anlayacağınız masum dil geliştirme gayretleri.
Yeşil Türbe’de derlenen tarihi bilgiler, dudaklardan dökülen Fatihalar, semaya açınla eller… İki adım ötede Türk-İslam Eserleri Müzesi; hat sanatı şaheseri büyük bir Kur’an-ı Kerim ve diğer el yazma eserler, eski paralar, yıpranmış kıyafetler, Karagöz Hacivat oyununun kadrosunun sergisi…
Mazi ne kadarda ihtişamlı gözüküyor bu çağdan bakınca. Genç kız ibadetlerini aksatmadan gezmeye devam ediyordu. Gördükleri ve duydukları kültür dünyasında yeni dosyalar açıyordu.
Ancak kalpler Ulu Cami’de olmak istiyordu. Tophaneden kuş bakışı Bursa manzarasını temaşa eden gözler, ufak alış verişe takılanları da takip ettikten sonra tabanvay ile muhteşem minaresi ve yirmi kubbesi ile hayranlık beslediği Ulu Camiye akmak için heyecanlanıyordu. Lakin ayak altında, uğramadan edemeyeceğini modern Kapalı Çarşıya uğrayıp meşhur Bursa bıçaklarına göz atarak bir hediye havlu sardırıyordu. Evdekileri unutmak ayıp olurdu. Ne zaman kendisine izin verseler böyle geziler için sanki onları da yanında taşıyordu. Bunu anneme, bunu babama, bunu kardeşime deyip topluyordu.
Kalabalık sarmış Ulu Caminin etrafını. Rehber eliyle bir parmaklığı işaret edip “bu, parmaklık Kudüs’ten getirilmiş, bakın diğerlerinden farklı” deyiverdi. Sadece dışarısı değil içerisi de bir hayli kalabalıktı... Bir gönlün coştuğunu, gözlerin nemlendiğini gördü genç kız… Duvarlarında Esmaü’l Hünsanın en güzel harflerle yazıldığı hat sanatı hakkında da bilgilerini artırdı genç kız.
Ulu cami son manzara olarak kalsın diye hatıralarda, akşamın hayal kurmaya yarayan karanlığında yuvaya döndü. Rehberin dilinden dökülen birkaç cümle gezinin adını koymuştu bile 1. Bursa Seyahati. Sırada 2. Bursa seyahati beklemekte.