“Ben sıradan bir öğretmen değilim. Bir nesil yetiştirmeye çalışıyorum. Kendime vazife biçtiğim onca işim var. Sizler ufak tefek aksaklıkları büyüterek engel olmaya çalışıyorsunuz. Huzursuz etmek için tabağın etrafındaki kılların hepsini çorbanın içine dökmeye çalışıyorsunuz.”
Diyerek konuşmasını bitirdi. Hışımla ve kızgınlıkla çıktı ancak derin bir rahatlamada hissediyordu. Yanakları hala al al idi. Rahatlamanın verdiği hisle düşünmeye başladı. Daha düne kadar olmayan bir takım cümleler kalplerin bozulmasıyla dudaklardan dökülüyordu.
İşine düşkün bir öğretmenleri yaralayacak en önemli şey derslerinin konusunu bilmeyen cahiller tarafından yapılan yorumlardır. Yıllar önce bir velinin “Hocam, hala Fuzuli’yi mi okutuyorsunuz?” demesinin şaşkınlığını bir kez daha yaşadı. Edebiyatı “fâilâtün mefâîlün”den ibaret sanan bir vatandaş kabuğun üzerindeki tozları yalayarak meyvenin lezzetinden dem vuran birine benzerdi ancak.
Baş tacı ettiği ve geleceğini emanet edeceği yeni neslin yetişmesi için onca çabalamaları, dersini sevmeyen, dinlemeyen ve sapla samanı karıştıran bir öğrenci tarafından mahkum edilebiliyordu. Bir tek cümle suskun öğrencilerin temsilcisi olmuşta konuşmuş oluyordu sanki. Hz. Mevlana’nın dar görüşlü insana misal olsun diye verdiği o sinek hikayesi gibiydi her şey. İdrar birikintisi üzerindeki saman çöpüne konup “işte derya, işte kalyon, işte deniz” diyen dar ufuklu bir sinek.
Düşünen, üreten ve yazan bir öğretmen olarak öğrencilerine “bir saç teli ne zaman kıllık yapar?” diye sormuştu. Saç teli zaten bir kıldır, ama saçlarımızı tarıyoruz kıllarımızı değil. Kıllık bir tutum bir davranış şekli. Bir insan kulluk yapacakken kıllık yaparsa her şey yer değiştirir.
Edebiyat kitabını açtığında söyleyeceği o kadar çok söz olurdu ki… Onuncu sınıf edebiyat dersi bir anda din dersi atmosferine dönerdi: Ayetler, hadisler, kıssalar, menkıbeler havada uçuşurdu. Söz bağlamında değer kazanırdı. İnançlı, milli ve manevi değerlere bağlı nesli yetiştirmek bir saatlik dersi olan din kültürü hocalarına emanet edilmişti zihinlerde. Tasavvuf edebiyatının, tekke edebiyatının şiirleri profan bir kafa yapısıyla anlatmaya çalışan biri varsa işini iyi yapamadığını belirtip o konularda yetkin insanlardan yardım almasını sağlamak lazımdır.
On birinci sınıfta ders işlerken bu öğretmen unutamadığı bir cümle duymuştu sessizliği ile meşhur düşünen bir öğrencisinden “Hocam, ne alıp veremediğiniz var Batıdan. Sürekli Batıyı kötülüyorsunuz, hep savaşıyor gibi anlatıyorsunuz?” sözünü duyunca hiç kızmadı ve hakkını verdi öğrencisinin. “Evet,” demişti “Evet kızım, Batı ile büyük bir savaşım var benim. Çünkü beni benden ç/alan, milli ve dini kimliğimizden soyundurup kendimize yabancılaştıran ve bunu da modern/yeni /çağdaş vb. kelimeler üzerinden yapan bir batıyla kavgam var benim. Ancak hikmet yitik malımızdır deyü yapılan güzellikleri de görmezden gelemeyiz”
On birinci sınıfta ders yaparken bir durum tespitinden ziyade aynı cümleyi “suçlayıcı bir dille” kullansa biri kalbinin niyetini ortaya koyardı. Tanzimat edebiyatı, Servet-i Fünün Edebiyatı, Fecr-i Ati edebiyatı nihayet Milli edebiyat konuları bu kitabın konuları. “Hiç edebiyat işlemiyoruz, hem nasihat ediyor” cümlesini hangi akıl nasıl tartar kim söyleyecek bilemiyordu.
On ikinci sınıflarda gerçek bir savaş meydanındaydı sanki öğretmen. Her sözel derste izin kopartan, hatta sene başında” bir saat sizin, bir saat ders anlatacağım” pazarlığına girişip yolunu bulanlara karşı her dersi kitabının öngördüğü gibi dersi takip eden bir öğretmen oldu. Çünkü asıl işini yapmadan sosyal faaliyetleri bile kendisine caiz görmeyen bir felsefeye sahipti. Deneme kitaplarını kaldırtır, testleri sıranın altına aldırır, ilgilenmeyenlere ilginç, bazen komik sorular sorup dersine dönerdi.
Sözlerinin ağırlığını ve önemini belirtmek için “diğer öğretmenler sizi üniversite kapısına hazırlıyorlar. Bense sizi üniversitenin içine, gerektiğinde profesörlerle bile tartışmaya, gerektiğinde kalabalıklar karşısında fikir söyleye cesaretlendiriyorum”derdi.
Gür sesle her sınıfta söylediği bu cümleler evrim geçirmiş ve “ben sizi üniversite sınavına değil sırat köprüsünü geçmeye hazırlıyorum” a dönüşmüş ve rahatsız edici bir niyette bürünmüştü. Şeyh Sadi Şirazi üstad öyle diyor eserinde “Bir kimse, Yusuf (As)’a şeytan gözü ile baksa onu çirkin görür.” Söz kelam-ı kibarla tamamlamak ve ürettiği anlamları desteklemek gerekirse böyle yapıyordu.
Fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek için lider ruhlu öğretmenlere ihtiyaç vardı. Konum itibarıyla memur ruh itibarıyla lider olmak herkesin dengeleyeceği bir şey değildi. Her bir öğretmen 2023 hedefi anlayışına yönelmeli ve lider ülke için çaba sarf etmeli, yüzmeyi bilmeli ve evrakların girdabında boğulmadan yoluna devam etmeliydi.