Cemaat ve fert olarak herhangi bir çalışmada yapılmış planın neresinde olduğumuzu istişare etmek mecburiyetindeyiz. Çalışmaların ve şahsiyetlerin farklı zaviyelerden değerlendirilmesi, olması gerekenle olan arasındaki mesafelerin tahlil edilmesi gerekir. Aceleci olmadığımız gibi uyuşuk ve dağınık da olamayız. Hesapsız feda edebileceğimiz bir dakikamız bile yoktur.

Acelecilik bir arıza görüldüğü gibi vurdumduymazlık da bir arızadır. Yılların ve enerjilerin boşa geçmesi karşısında, 'Allah'ın işinde bir hikmet vardır.' gibi bir mantık ucuz bir savunma türüdür.

İslam terbiyesinde övgü için şu kurallar konmuştur:*Övgü aşırı olmamalıdır. Övgü ile övülenin işinin arasında denge bulunmalıdır. Verilen bir görevi vaktinde bitiren birine teşekkür edilip, takdir edildiği hissettirilebilir. Ama 'Bu yaptığın İstanbul'un fethine denktir.' gibi abartılı bir cümle kullanılamaz. Böyle bir üslup, zamanla, kaba sığmaz isteklere davetiye çıkartabilir.

*Övgü, batıl bir değer üzerinden olmamalı, ahlaksızlık ihtiva etmemelidir.*Övülen, övgü ile beraber fitneye düşürülecekse, övmekten uzak durulmalıdır.

*Övgü amaçlı yapılan faaliyetlerde, davanın özüne ve mantığına aykırı hareketlerden uzak durulmalıdır. Övgü veya takdir için yapılan bir törenin, alkolün kullanıldığı bir otelde yapıldığını düşünmek bile ürkütücüdür. Futbolcuların birbirlerinin sevinçlerini paylaşırken yaptıkları el hareketlerinin, İslami bir çalışmada kullanılması düşündürücüdür.

Allah'ın koruduğu özel kulları hariç, bütün insanlar hataya müsait bir kimliğin sahibidirler. Ademoğlu hatakardır. Dünkü durumumuzun bugün aynı kalacağını iddia edemeyiz. Bize göre her doğan güneş yeni bir imtihan günü getirmiştir. Ne iyiler iyi olarak kalma güvencesi içindedirler, ne de kötüler kötülüklerinde batıp kalmış sayılırlar. Mü'min elde ettiği yüksek dereceleri korumak zorunda olduğu gibi, düştüğü alt seviyelerden de yükselmeye çalışmak zorundadır. Son nefes bitmeden iyi ve kötünün son kararı verilmemiştir. Biz kul olarak imanımızı ve amellerimizi koruma altında tutmakla mükellefiz.

Allah için çalışmayı kendisine bir dava edinenlerin, çalışma aşkı ve şekli büyüdükçe, bıkıp terk etme, kenara çekilme riski de o derece yükseliyor demektir. Maalesef yükseklerden yuvarlanmak daha tehlikelidir. Özellikle örnek şahsiyetlerin hız kaybı göstermeleri, alan değiştirmeleri, kendileri için bir kayıp olduğu kadar yükselttikleri davalar için de bir kayıptır.

Bıkma ruhta, bedende ve akılda ortaya çıkabilir. Hangi türü olursa olsun, mü'minin davasından soğuması, bahanelerin ardına saklanıp tembelliği benimsemesi Allah'a sığınılması gereken bir hastalıktır. Davaya hizmetin özellikle resmi bir işe dönüştürülmüş şekli tam bir bıkkınlık türüdür.

'Gençliğimizde şöyle böyle işler yapmıştık.' şeklindeki anlatımlar kuru avuntudan başka bir şey değildir. Bazılarının, 'nöbet değişimi' isimli bir maskeyi kullanmaları ise sadece gülünç olarak isimlendirilebilir. Biz, 'yakin gelinceye kadar' kulluk sınavındayız. Sınav zili o yakindir. Zil çalmadan bırakıp gidenler nöbet değiştirmiş olmazlar. Olsa olsa nöbetten kaçmışlardır. Seksen yaşından sonra binlerce km. yol kat edip, fetih için gelenlerle aynı şehirde yaşamak başka şey, onlarla aynı aşkı yaşamak başka şey olsa gerek!

Müslümanlığımızla iftihar etmekle Müslümanlığımıza hizmet etmek arasında bağ kurulurken, biri hepimizin diğeri ise 'din görevlilerinin' görevi olarak algılanmamalıdır. Bize ikramı cennet olan dinimize hizmet etmek, onu yaşamak ve yaymak, uğrunda fedakarlık yapmakla mümkündür.Bir ucundan tutarak değil, altına girerek destek olmak, gereken şekliyle cihada katılmak bizi gösteren önemli bir göstergedir.

Din hepimizindir; ona hizmet etmek de hepimizin görevi olmalıdır. Dinden konuşulurken akla cami ve cami görevlilerinin geliyor olması, düzeltilmesi gereken bir yanlıştır. Önemli kavramlardan başlayarak, bu yanlışı düzeltmeliyiz.