Son dönemlerde televizyon ve görsel medyada tasavvufla ilgili konular üzerinde zamansız ve yersiz bir takım haberler, yorumlar okuduk. Bu tür tartışmaların İslam'ın inceliklerini yaşamaya gayretli insanları üzdüğüne şahit olduk.
İlmi konuların mütalaasının o ilim üzerinde uzman ya da görüş sahipleri tarafından kamu önünde yapılmaması daha doğru olacaktır. Aksi halde konu hakkında pek malumatı olmayan insanların hem zihni hem kalbi zarar görecektir.
15 Temmuz mücadelesinden -şahsıma göre Dünyanın geleceğini ilgilendirmesi sebebiyle bir Milattır- sonra tarikatlar, şeyhler, cemaatler üzerinden bir vaveyladır koptu ki ortalık toz duman oldu.
Elbette ki sular bulanmadan durulmaz, sahtelerin yanında hakikatli olanlarda vardır. Altın madeni bile ateşe tabi tutulurda etrafını saran diğer madenlerden böyle ayrılır. Bu vesileyle tasavvufi konularda yazı yazma ihtiyacı gördüm.
Tasavvuf nedir? Ne değildir?
Tasavvuf, bir ruh hayatıdır. Tasavvufu tarif edenler daha ziyade kendi ruhi yaşayışlarının tarifini yaptıklarından kelimenin tarifinde farklılıklar ortaya çıkar.
En hoşuma giden tarifle konuya girmek istiyorum, Tasavvuf "toprağın üstünü düşünebildiğin kadar altını da düşünebilmektir" bu tarifi dersimize giren ve aynı zamanda büyük bir hattat olan hocam Ali Hüsrevoğlu yapmıştı. İşte bu tanım tam bir dengeyi ifade eder.
Ne sadece dünyaya dön yüzünü ne de tamamen ahirete. Bu Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin "hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için yarın ölecekmiş gibi dünya için çalış" sözünün hayatımızdaki karşılığı olur.
Ma'ruf al Kerhi ise " tasavvuf hakikatleri almak, insanların ellerinde bulunan şeylerden ümit kesip yüz çevirmektir" şeklinde tarif etmiştir. Anlaşılıyor ki meşhur mutasavvıf hayatını bu ilkeye yaşamış.
Ebu Süleyman ad-Darani: "tasavvuf odur ki kul üzerinden geçen fiilleri Hak'tan başka bir şey bilmez. Daima Hak ile beraberdir"
Ruveym " tasavvuf nefsi, Allah'ın muradına teslim etmektir"
Sumnun " senin eşyaya malik olman, bir şeyin sana malik olmamasıdır"
Ebu Amr İsmail ibn Nuceyd " tasavvuf emr ve nehy altında sabretmektir"
Ebu Said Abu'l Hayr " tasavvuf kafanda ne varsa bırakman elinde olanı vermen ve başına gelenden sızlanmamandır" diye tarif etmişlerdir. Bu tarifleri özellikle ilk mutasavvıf büyüklerinden seçtim. Zira Hz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor. "Nesillerin en hayırlısı benim içinde bulunduğum nesildir. Sonra onların ardından gelenler sonra da onların ardından gelenler. Yukarıda isimleri zikredilen bilginlerin vefat tarihleri hicri 2. 3. Yüzyıllara denk gelir.
Tarifler arasında farklılıklar olmasına rağmen ortak olarak görülen şudur: tasavvuf bir mücahede alanıdır. Yani zühd ve takva ile ruhu temizlemeye çalışmaktır.
Kendi varlığını Cenabı Hakk'ın sevgisinde eritmek, kendini yok bilip Allah'ın varlığında yaşamak, O'nun bütün emirlerine uymak, yasaklarından kaçmak ve böylece en büyük mutluluk olan Allah'ın cemalini müşahedeye erip rızasına nail olmaktır.
Bir anne kuşun yavrusunu gagasıyla doyurduğunu gördüğünde onu doyuranın Allah olduğunu görebiliyorsan, yardıma muhtaç birine yardım yaptığında bunu ben yapmadım bu Allah'ın yardımıyla ya da O'nun beni vesile etmesiyle oldu, ben kimim ki diyebiliyorsan, verdiğin zaman cebindeki paranın azalmadığını ya da kaybolmadığını biliyorsan işte o zaman sen tasavvuf penceresinden bakmaya başlamışsın demektir.
Ama sadece bakıyor olacaksın daha göreceklerin, yaşayacağın tecrübeler olacak. Bu kafandaki gözle göreceğin bir şey değil, ancak gönül gözünden göreceğin şeyler bunlar.
Özetle tasavvufun ilk şartı kalbi temizlemek yani kalbi masivadan (Allah'tan gayrılarından) tamamen temizlemektir. Namaza başlarken iftitah yani başlama tekbiri ne ise bu da onun gibidir. Kalbi masivadan temizlemedikçe zikrullaha dalması mümkün olmaz. Vesselam