Okumayanlar için mazeretin bin bir çeşidi hazırdır şurada. Onları sıralayarak vakit kaybetmeyelim. Lakin şunu da unutmamak gerekir; bir an gelir tün mazeretler yok olur ve insan kendisinde okuma isteğinin olmadığını o vakit anlar.

Biz öğretmenlerin ise asla mazereti olamaz. Zira mesleğimiz gereği daima okumalı, kendimizi yenilemeli ve geliştirmeliyiz. Televizyon izleyen, gazete okuyan, dergileri karıştıran yılların öğretmeni artık kemale ermiştir, düşüncesiyle kendisini gelişime kapatanlar da çok.

Lafı fazla uzatmaya gerek görmeden neler yaptığımdan bahsetmeliyim. "Kendimden bahsetmek" deyince geçen akşam kadim dostum "ya abi, hep kendini yazıyorsun, başkasından bahsediyormuşsun gibi yazsan da biz anlıyoruz" deyince tüm sırlarımı fark etmiş olduğunu gördüm. Kendisine verdiğim cevaplar o akşam tatmin etmiştir umarım.

Bu lafta lastik gibi valla, uzatma diyorsun çektikçe uzuyor bakın. Neyse...

Yaz mevsimindeyiz; havalar sıcak, havalar yağışlı, havalar kapalı... Canımız sıkılıyor, gidilecek düğünler, kulaçlanacak denizler bizi beklerken bu okuma işi de nereden çıktı. Şu cami avlusunda iki bardak çay içmek ve toplumsal sorunlar, çözümler üzerine iki lafın belini kırmak varken... Laf lafı açıyor, hakkaten... "Cami avlusu" demişken, acayip ayar oluyorum ezan okunduktan sonra cemaate katılmayan gafillere. Her birinin bilemediğimiz mazereti olabilir fakat beş vakit alnı secdeye gelmeyen zavallılara ne demeli... Kulakların zarını patlatırcasına okunan ezanı duymaz mı bunlar? Cemaate katılanları görmez, hızlıca abdest alıp koşarcasına gidenleri fark etmez mi bunlar?

Camiden çıkan namaz ehli oturacak yer bulamaz bu bi-namazlardan. Avlusunda çay ocağı olan camilerin her biri böyledir eminim. Gerçi biz daha çok Çimen Camiye takılıyoruz ama diğer camilerde de durum farklı değil. Umarım ilerleyen yıllarda bazı edepten yoksun bayanlar/kızlar da erkek arkadaşlarıyla gelip oturmazlar serin cami avlusuna.

"Gelsin, ne var" demeyelim. İslam'dan aldığımız bazı terbiye kurallarımız var, değil mi? Namaz kılmak için camiye gelen başörtülü hanım kızlara yaşlı amcaların bile nasıl yardımcı olduklarını bilirim. Cami çay ocaklarında canımı sıkan en önemli şeyden bahsedeyim bir de...

Gençlerin, özellikle öğrenci dediğimiz yiğit(!) adamların, büyüklerinin yanında sigara içmeleri yok mu? Büyük-küçük seviyesinin ortadan kalktığını namazda aynı saftayken anlayan bir millettik. Şimdi sigara içme meselesinde küçük de büyük gibi oldu.

İşin bir acı tarafı da şudur: Küçük çocukları uyaracak, sigara içmenin ilkin sağlıklarına, sonra da millete büyük zarar verdiğini söyleyecek bir hikmetli gönül bulmak zor. Tamamen liberal bir kafa ile "bırakın yapsınlar, bana dokunmayan yılan" havasındayız maalesef... Artık hangi mazeretin altına gizlenmişsek bir türlü çıkamıyoruz oradan.

Hata yapan uyarıldığında özür dileyerek, teşekkür edenler de azaldı artık. Sanırım hassasiyetlerimizi kaybettik, kaybediyoruz.

Düşünsenize, bir cami avlusu; genç yaşlı, çoluk çocuk kaynıyor, hele de yaz aylarında... Sonra Bilal-i Habeşi'nin biri gür sesle Allahü ekber, Allahü Ekber, diyor. Aniden sukut kaplıyor her yanı. Ağır ağır hareketlerle herkesin yönü caminin kapısı... Şadırvana doğru koşanlar, abdest almışsa yüzünü silenler, çay paralarını ödeyenler... "İki çay, bir su" talebine namaz vakti kardeşim, inşallah namazdan sonra" diyenler...

Cami avlusundaki çay ocağında gazete okunur her daim. Çünkü masalarda sağı solu yıpranmış günlük gazeteler vardır. Şu köşedeki masada oturan biri var. Elinde kalın bir kitap. Soyu tükenmiş canlılardan biri olsa gerek. Mütemadiyen, devamlı, kitap okuyor. Kalınca bir kitabın ortalarından bir sayfaya dikmiş gözlerini. Elinde kırmızı tükenmez kalemi ile önemli yerlerin altını çiziyor. İçtiği beşinci çayında yarısına gelmiş... Çok ilginç, üç saattir oturuyor kalkmadan, okuyor, okuyor durmadan okuyor. Hakikaten soyu tükenmiş insan cinsi olmalı. Geçen günlerde bir tane daha görülmüş bunlardan İshakpaşa Camisi civarında bir çay ocağında görülmüş.

Bu kitap okuyanların işi yok galiba. Utanmadan çay ocaklarında kitap okuyorlar. Mazeret engellerini nasıl aşmışlar acaba? Yoksa bunlar çoğalıyorlar mı mantar gibi? Yeni bilgilere sahip olmak için okumanın tadı, şekersiz çay içmek kadar doğal mı acaba?

Daha ne sorular ne sorular. Aslında bunları anlatmayacaktım ben. Gün Uzar Yüzyıl Olur, Doğu'dan Uzakta, Siyer-i Nebi ve Uzak Tepeler gibi okuduğum kitaplardan bahsedecektim.