Bir tefekkür ikliminde yol alıyordu günler sonra. Oturduğu yerden, kır düşmüş saçlarının arasında parmaklarını gezdirirken, derin düşüncelere dalmıştı. Elinde kitap olan dostu, şeyda bülbül misali okuyordu kelam-ı kibarı.

Tefekkürden mana nedir? Neden bir emr-i ilahi olarak kalın kitabın yaprakları arasında alınmıştır? Bu hakikatin ardındaki büyük amaç neydi? Nasıl düşünmeli, nasıl ele almalı, nasıl tefekkür etmeliydi mevzuyu?

Daha önceki bilimsel yaklaşımları sıraladı, zihninin orta yerinde... Tanım cümlelerinin ardından, çeşitlerini sıralayacak, örnekleri tespih taneleri gibi dizecekti ama vazgeçti.

Hikmet kapısını aralamadıktan sonra anlam dağlarını aşmak mümkün olamayacaktı, bunu biliyordu. Tefekkür etme emri, bir büyük bir amaç için olmalıydı. İnsan, Rabbine kulluk etmek için yaratılmadı mı, bu ölümlü kalımlı dünyada? Mal mülk yığmak, ev bark kurmak, çoluk çocuk sahibi olmak için değildi, bu dünya köşkündeki misafirliği...

Kulluk...En büyük makamdır. Ondan ötesi yoktur. Yaratıcının en yakını ise; ihlasla ibadet eden kullarıdır.

Kalbin, idrak kapasitesini aşan düşüncelerin altından kalkabilmek için birkaç kelimeyi yan yana yazmak yeter miydi? Tefekkür diyarında arz-ı endam fikirleri zapt etmek bu kadar kolay mıydı? Gönül rahatlığı ile hayır diyebiliyordu ama nasıl yazacaktı düşüncelerini? Ufak bir ışık belirdi gittikçe çoğalan.

Okumak, tefekkür deryasının köpüklü dalgaları gibidir. Okudukça coşmak, coştukça okumak hareketlendirir insanı. Bir kaynaktan çıkar diğer kaynağa kıvrılır.

Bu okumaların sonunda oluşan tefekkür, ilahi kudreti nefesinde ve nefsinde hissedilmesi için bir leziz tattır. Dağların yaratılışındaki, gece gündüzün ardı ardına gelişindeki kudreti, damla damla ruhunda hissederken, Yaratıcıya takdim edilen; bir diğerine kavuşmuş iki el ve bükük bir boyundur.

Kulluğu derinden besleyen bir okuma ve okumanın boy verdiği bilgileri, eyleme dökecek bir sahih kalp... İnsanı insan yapan da budur. Bilgiyi dış dünyada gözlemek bir iş ise; bilgiyi iç aleminde tecrübe ile hissetmek, çok kalıcı ve inandırıcı olacaktır.

De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?"

"Düşün ve tefekkür et" diyor. Düşünmek bilgiye olan ihtiyacı gerektirir. Bilgi anlamdır ve anlamın kaynağı da Allah'tır. Zorlama imanı makbul görmeyen Rabbimiz, iman edenlerin en üst düzeyde bilgi ve bilinçle kendisine tabi olmasını beklemektedir. Bunun için vahyi düşünecek bir akıl, tabiatı gözleyecek bir göz, derin emniyet duyacağı bir kalp ihsan etmiştir. Yine de düşünmeyecek misiniz? İkazıyla da hatırlatma yapıyor.

Gaflet sahibi zavallılar, oynamak istemeyenler, gelinin sunduğu mazeretler gibi mazeret üretiyorlar: Yerim dar, kaşık yok vb... Hakiki zavallılık budur işte.

"Kör olanla gören bir olur mu?" Zıtlıklar dünyasındayız; birinin anlaşılması için zıddına izin verilmiş bir dünya burası. Bu doğrultuda; kör ile gören bir olmaz, denmiş. Farklı olanları gör, nedenlerini incele ki tefekkür başlasın.

Deve örnek verilmiş yüce Kur'an'da... Düşünce atölyesi olarak eğri böğrü boynu ve hörgüçleriyle bir çöl bineği; deve. Arabistan topraklarında, o bölgede yaşamayan bir hayvan işaret edilip düşünün denmezdi, değil mi?

Tefekkür ikliminde yol alırken o akşam meclise sonradan teşrif edenler izledikleri belgesellerde devenin iki üç özelliğinden bahsedince; "Yaratan Rabbimiz ne güzel yaratmış" demekten alamadı kendini.

Tefekkür atölyelerinin başında, Kitabın kendisi geliyor ve işaret ediyor kutlu ifadelerle: "And olsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 32) Öyle olmasa, Kur'an'ı iyiden iyiye düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş?" (Muhammed Suresi, 24)

Rehbere güven olmazsa söylediklerinin ne anlamı kalır ki? Söylediklerini yapmayınca güvenmenin anlamı nedir ki?

Tefekkür atölyelerinden birisi de; gökler ve göktekilerdir. Efendimizi (sav) başını semaya kaldırdığında: "Rabbim sen bunları boşuna yaratmadın" sözlerini içeren, Al-i İmran'ın son sahifelerinden ayetler okurdu.

Tefekkür medresesinde okumak isteyenler; bu dersleri görmeli, bilmeli ve Kudret Sahibi Rabbimize sağlam bir kul olmalıydı.

Bu tefekkür okulunu bitirmeyenler, okuryazar olsalar da yükselemezler, diye düşündü, kır saçlarını tekrar düzeltirken.