Lise çağlarında bir delikanlı idim. Öğrendiğim her şeyi yüksek bir inançla hayatıma tatbik etmeye çalışıyordum. Öğrendiklerimi kardeşlerimle okul koridorlarında, bahçenin bir köşesinde ya da sofra başında ailemle paylaşıyordum.
Bir gazeteye abone olmuştum. Zira inandığınız davanın her yönü ile desteklenmesi gerekiyordu... Tüm bilgileri oradan devşiriyor ve tartışma ortamlarında o bilgilere dayanarak savunuyordum düşüncelerimi. Bir sporsever için derbi maçları ne ise, o günlerde okuduğumuz gazetenin gönüllerimize üfürdüğü seçim heyecanı da bizim için öyleydi. Oy kullanamadığımız halde en coşkulu zamanlarımızı gazete haberleriyle geçirdik.
Seçim oldu ve bizim başımız yerlerde. Hani iktidar olacaktık, meclise girip büyük devrimler yapacaktık, insanlara huzur dolu bir dünya hazırlayacaktık. Adalet dağıtacaktık yetimlere, gariplere, ezilmişlere... En rahat davranacağımız zamanları yaşayacaktık. Yaşamaya zorlandığımız bir hayatı değil artık inandığımız gibi bir hayatı yaşayacaktık. Ne oldu? Yüzde altılarda (6) kaldık. Barajı bile geçememiştik. O kadar gayret boşa gitmişti. Gençtik ve böyle hissediyorduk.
Ancak tedavi amaçlı cümleler şifa verdi gönüllerimize. Biz zaferden değil seferden sorumluyduk. Yaptığımız hizmetler ecir/sevap diye hanemize yazıldı. Bir tarafımız vardı. Haktan, doğrudan, adaletten yanaydık. Hatta Beyaz Saray'da bizim aldığımız oylar takip ediliyordu. Biz yüzde altılardandık.
Yazar İsmet Özel verdi bu payeyi o vakitler bize. Bu ülkede yüzde altılardan olmanın ne demek olduğunu onun satırlarından okuduk göğsümüz kabardı.
Ancak
Şimdilerde de bir gazeteye aboneyim. Her gün bilgilerimi oradan alıyorum. Lakin diğer gazeteleri de takip ediyor, kim ne demiş, neler söylemiş öğrenmeye çalışıyorum. Çünkü bu, doğru değerlendirmem için elzem bir metot. Geçmişteki "ben"le şimdiki "ben" arasındaki farkı göz ardı etmeyelim. Devamlı öğreniyorduk, susuz insanın suya kana kana içmesi gibi. Güvendiklerimiz vardı ve onlar bizim hocalarımızdı, ağabeylerimizdi, büyüklerimizdi. Onların dediği doğruydu. Tartmak, ölçmek, değerlendirmek ve bir sonuca varmak bizim haddimiz değildi o zamanlar.
Her gün aynı gazete tarafından beslenen gençler de aynı sıkıntıyı yaşıyorlar, yaşayacaklar. Hele hele bir yere kendilerini ait hissediyorlarsa... İşte bu çok zor bir şey. Özgür ruhlar, ilme aşık, doğruya meftun karakterler bunu hissedebilirler. Hem ait olmak hem de bağımsız düşünebilmek, empati kurabilmek... Bir tarafta olup haktan adaletten ayrılmamak. Yiğidi öldürüp hakkını teslim etmek. (Gerçi yiğidi öldürmesek daha iyi olur ama...)
"Abi, bu gazeteye abone olun" diye zaman zaman baskı denecek kadar ısrarla muhatap oluyoruz. "Biz zaten aboneyim" dediğinizde ısrar; "gazetenin tirajı, misyon" kelimeleri üzerinden devam ediyor. Siz de tırnaklarınızı gösteriveriyorsunuz o anda "Peki, ben sizin gazetenize abone olayım sen de benim abone olduğum gazeteyi al." Aysberge çarpmış bir Titanik sarsıntıyla sarsılıyor muhatabımız. Makineler duruyor, ne diyeceğini bilmiyor.
Tek taraflı beslenmenin getirisi büyük depremlere yol açıyor. Bazılarını da körü körüne bağlıyor. Demiştik ya insanlar madenler gibidir. Herkes yapısının özelliğini gösteriyor.
.