Günün son dersi idi ve Temel Dini Bilgiler dersini yapmak için sınıfa girdi. Önündeki sınıf defterine konuyu yazacaktı. Az önce İnegöl Vaizi Ömer Faruk Atan'ın çok amaçlı salonda yaptığı etkileyici sunumu ile icra edilmiş konferansı gönlünü mest etmişti.

Zihninde "Efendimiz ve Güven Toplumu" konusunda bir çok bilgi mekan tutmuştu. Öğrendiği her güzel bilgiyi paylaşmayı ve duyurmayı severdi, özellikle hem de Hz. Muhammed (sav) ile ilgili bilgileri. Sınıf listesinde bir isim okudu.

"-Sınıfta güveneceğin kim veya kimler var?" diye sordu. Saçları önüne dökülmüş kız öğrenci alışılmış bir refleks ile sarı bir yaprağı savurur gibi atıverdi saçlarını geri. Neredeyse hiç düşünmeden yanında oturan arkadaşını gösterdi. İkisinin yüzünde görülmeye değer bir tebessüm yayıldı sınıfın her bir köşesine.

Sonra sınıf listesine çevirdi bakışlarını bir isim daha seçti ve sesinin "ayağa kalk bakalım" tonu ile okudu ismini. Duvar tarafında dizilmiş sıraların orta yerinde jest ve mimikleriyle serçe kuşunun simasını anımsatan kızcağıza sordu.

"-Sınıfta güvenmediğin kim var?" yanındaki arkadaşını işaret ediverirken sorunun farklı olduğunu fark etti. Hemen küçük gülümsemeyle özür diledi arkadaşından ve hocasından. "Birden olunca ben öyle sordunuz zannettim" dedi. Soru bir kez daha yüzüne okunduğunda zorluğu anlaşıldı. "Ben, hiç öyle düşünmemiştim" dedi.

Kır saçlı adam, dinlediği konferansın derin etkisi altındaydı. "Şu dağın ardında bir ordu var ve biraz sonra size saldıracak desem, bana inanır mısınız?" diye seslenen Hz. Muhammed (sav)'i ve Ebu Kubeys dağının eteğine toplanmış Mekkelileri hatırladı. Bütün işlerini bırakıp asla yalan söylemeyen "Emin" vasıflı bu Muhammed (sav) acaba ne diyecekti? Her vakit vuku bulan bir hadise değildi böyle toplantıya çağrılmalar. Toplanan kalabalığı test etme sorusuydu ilk soru. Bakalım kendinse olan güven bağı hala sağlam mıydı?

Dağın eteklerinden bir ses yükselmişti semalara "Evet, Ya Muhammed sana inanırız, sen diyorsan ki bu dağın ardından bizlere saldırmak için hazırlanmış bir ordu var, sana inanırız. Çünkü bu güne kadar senin en ufak bir yalanını bile duymadık."

"Emin" bir insan dahi olsa atalardan göregeldikleri ve nefislerine uygun bu saçma dini, bu yaşantıyı, bu rezilliği terk etmek istemiyorlardı. Yıllar sonra bile inancı farklı olmasına rağmen emanetlerini emanet edecekleri bu mübarek insanı o günlerde yalnız bırakmışlardı.

Okulun salonunu dolduran onca Müslüman genç, sahnede bu olayı anlatan hatipten gözlerini ayırmadan ve hislenerek dinliyorlardı. Belki de bazılar "orada ben olsaydım keşke, ona inanır ve Onu (sav)'i ölünceye kadar desteklerdim, diye geçiriyorlardı içinden. Düşünce ikliminden koparak sınıfa döndü. Öğretmen masasından kalkmadan "güven toplumu kurmanın" zorluğunu hissettirmek istiyordu öğrencilerine.

Sorunlarını sormaya devam etti. Güvenmek nedir, güven ile doğruluk arasında doğru orantılı bir ilişki var mıdır? Toplumda neler güven üzerine kurulur? Evlilikler, ticari anlaşmalar, adalet duygusu, komşuluk, soysal ilişkiler, alış veriş, arkadaşlıklar...

Aldatan birine güven duyulur mu? Yolda adam satacak bir karakterle yola çıkılır mı? Yalancının biriyle herhangi bir anlaşma yapılır mı? Yanlışla doğruyu ayıramayan, menfaatine düşkün birinin ve rüşvet aldığı bilinen birinin hakemliğine güvenilir mi? Her fırsatta eşine, kızına yan gözle bakan bir komşuya anahtar teslim edilir mi?

Evet, buraya kadar zihnimizdeki suçlu "o" idi. Karşımızda biri vardı ve biz onun üzerinden bunları düşündük. En yakıcı soru şu; ya "siz", ya "ben" böyle biri isem. Karşımızdakinin güvenirliğini konuşmak biraz kolay ancak kendimizin güvenirliği konusunda bir düşüncemiz var mı?

Ben veya biz, ne kadar güvenilir bir adamız? Hatırlayanlım söylediğimiz kara-pembe yalanları, arasını açtığımız dostları hatırlayalım, komşumuza benim evim değil mi, benim özgürlüğün değil mi safsatasıyla ettiğimiz eziyetleri listeleyelim. Öğretmenlerimize karşı söylediğimiz ufak yalanları toplayalım.

"Bu devirde kimseye güvenmeyeceksin babam dahi olsa" diyene hak veren zavallı, beyinsiz. Güven duvarlarını yıkan böyle bir cümleye nasıl hak verirsin. Kendine nasıl güveniyorsan senin iyiliğini isteyenlere de güveneceksin. Bunca güven yıkıcı hataları işlerken tek tek sıraladığın gerekçelerin diğer insanlar için de geçerlidir bilesin.

Güvenmek imanla da ilgilidir. İnanırsın ve güvenirsin. Hem inan hem güvenme; olacak iş midir? Allah'a inanan ve Allah'ın söylediklerine, gönderdiklerine, vaat ettiklerine inanan kişileri güvenince ne gerekiyorsa öylece davranırlar. İşte güven toplumu böyle kurulur.