Alaca karanlıkta, sabah ezanı okunmuş, güneş ışıklarını yeryüzüne daha yeni emanet etmeye başlamıştı. Güne daha zinde ve huzurlu başlamak, temiz havayı ciğerlerime çekmek için bahçeye çıktım. Bahçede rengarenk çiçek açan bitkileri incelemeye başladım, içimde huzur ve mutluluk kırıntıları vardı. Kırmızı, beyaz, pembe, turuncu gülleri kokluyor, begonvilinin, ortancanın, berberisin, gavuranın, oya ağacının, alev çalısının, Japon akça ağacının çiçeklerini, renklerini incelemeye başladım. Yaratanın varlığı her zerre bitki üzerinde sırdı. Onların özelliklerini öğrendikçe yaratanın varlığını daha iyi anlıyordum. Kendi kendime insanoğlunun ne kadar barbar olduğunu, geçici hevesleri için doğayı ne kadar da zalim kullandığını iç sesimle seslendiriyordum. Yavaş yavaş doğayla birlikte İnsanlar da uyanmıştı. Arabaların kontakları çevriliyor, acı motor gürültüleri atmosfere karışıyordu. Çalışanlar günlük yaşamına başlamak için zamanla mücadele veriyordu. Çevremi alıcı gözle inceledim, yemyeşildi, ilkbahar olmasına rağmen, sonbahar sıcaklığı vardı. Dünya nimetlerinden yaralanan gözlerimin ermiş olduğu rahatlığı ciğerlerime de yaşatmak istedim. Kollarımı iki yana doğru açtım, temiz olduğunu düşündüğüm havayı tüm kuvvetimle içime çektim, içime çektiğim hava göğüs kafesimi şişirdi, ciğerlerime dolmaya başladı. Temiz havayla rahatlaması gereken ciğerlerim sızlamaya, boğazım ve genzim yanmaya başladı. Havada keskin odun talaşı kokusu vardı. Bu kokunun varlığı yetmezmiş gibi birde tavuk yemlerinin üretildiği fabrikanın filtreleri kapatılmış olmalı ki, fabrika bacasından küspenin olanca kokusu dışarıya verilmişti. Odun telaşı kokusuna tavuk yemi kokusu karışmıştı.

Az önce doğal güzelliklerinden nasiplenen gözlerim hava kirliliğinden kaynaklı yanmaya başlamıştı, dışarıya çıktığıma pişman olmuştum. İnsanların içindeki para hırsı duygularımı burkmuştu. Allah'ın verdiği bu çevreyi kim hangi hakla kirletiyordu, bunu kendime sordum, cevabını da kendim verdim, 'Para hırsı.' Oysa varlıklı kişiler kadar diğer insanlar da sağlıklı, dengeli bir doğal çevrede yaşamak hakkına sahipti. Çünkü sağlıklı yaşam, sağlıklı çevre ile oluyor. Sağlıklı çevre de çevreyi korumayla mümkün. Atalarımız bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur dememiş mi? İnsanlar doğaya karşı sorumluluk duymuyorlar, doğayı korumuyorlar, istisnalar hariç ama koruyanlar da cezadan korktukları ya da menfaatleri gerektirdiği için koruyorlar.

Yaşama kültürünün temelinde saygı var. Saygı yalnızca dille söylenen sıradan bir sözcük değil. Bireyler önce kendi öz benliğine saygı duymalı, kendine saygı duymayan bir birey hiç bir şeyin değerini bilemez. Saygı, mutluluk, adalet çağdaş yaşam, demokratik kültür, eğitim, temizlik bunların hepsi birbirinin için de girift. Çağdaş toplumlar ve bireyler bunu ancak başarabiliyor. İnsanlar sanki unutmuş, doğayı korudukça, doğanın da bizi koruduğunu. Doğa sınırsız bir düzeyde bize teslim edilmiş değil. Kızılderili Reis Seattle 'Doğa, bize dedelerimizden kalan bir miras değil, torunlarımıza bırakacağımız bir emanettir.' Diyerek, doğayı sınırsız kullanma hakkımızın olmadığını çok güzel ifade etmiş. Emaneti gerçek sahiplerine teslim edinceye kadar canımızdan daha aziz bilip bize bırakılan emanete sahip çıkmak, bizim hem vicdani hem de insani görevimiz. Özer YILMAZ