Ülkemizde ve dünyada, Müslümanların birbiri ile ilişkisinde "münafık damgalaması"ndan geçilmiyor.

-Tekfir, yani birisinin üzerine küfür damgası vurmak, öylesine kolay bir iş ki, bu damgayı vururken, Allah ve Rasulü'nün şahitliği hiç akla geliyor mu?

Sormak lazım.

-Bir başkasında nifak alameti aranırken, insanlar, topluluklar kendilerinde, mesela suizan mevcut olup olmadığına bakmıyor.

-Kimsenin aklına Allah'ın ayetlerini ve Rasulullah'ın muazzez şahsiyetini bir başkasını dövmek için sopa haline getirmenin vebali kimseyi kaygılandırmıyor.

İhtilafı Allah'a ve Rasulüne götürmek demek, o yüce Huzur'u içine taşımak demek. O Huzur'da hissetmek demek.

Yani "ihsan" kıvamında, yani Allah'ı görüyormuş gibi yaşayan bir mü'min olmak demek.

Allah ve Rasullah, bu ihtilafı şöyle çözerdi diyerek, bir anlamda Allah'ı ve Rasulünü şahit göstererek hüküm vermek demek.

Böyle mi yapılıyor Allah aşkına son zamanlarda ümmet bünyesindeki ihtilafların çözümü, tekfir ve "küfürden daha eşed" olarak nitelenen nifakla itham sistemi böyle mi işliyor?

insanlar birbirini İslam'ın içine böyle mi sokuyor, dışına böyle mi atıyor, kendilerini Müslüman olarak tanımlayan iki grup, birbirinin boynunu vururken Allah'tan ve Rasulü'nden mi izin alıyor?

Yok, tabii ki yok.

İçimizi temizlememiz lazım.

Peygamberimize layık bir ümmet olmamız lazım.

Ahirette hesabı verilemeyecek hiçbir davranışın içine girmememiz, özellikle bir başka mü'minin kanına girmek gibi vahşet yolculuklarını asla onaylamamamız lazım.

Çağımızdaki Müslümanlar olarak verdiğimiz sınav, "Gerçekten Muhammed ümmeti olabilme" sınavıdır.

Bu da birbirimizin boynunu vurarak verilecek bir sınav değildir.

21'inci asırda, üzerimizde hala "cahiliye tortuları" taşıyarak insanlara İslam'ın baharını taşımak mümkün değildir.

Kur'an'ın "Allah'a koşun" çağrısını yeniden duymalıyız. Rahmet Peygamberi (s.a.v.)'nin elinden yeniden tutmalıyız.

Ahmet Taşgetiren-ALTINOLUK DERGİSİ-2014 - Eylül, Sayı: 343, Sayfa: 003