İnegöl'ümüzün büyük ilim adamlarından biri olarak kabul ettiğim Muhterem Nusret Vardar Hocamız hocaların hocasıdır. İlmine sanki had ü payan yoktur. O geniş kütüphanesini henüz göremedim ancak evlad ü ayalinden öğrendiğim kadarıyla tam bir kitap aşığıdır.
İHMED'in düzenlemiş olduğu "Aşure ve Hicret Gecesinde" kendisinin varlığından bahsederken Varaka Bin Nevfel benzetmesi yapmıştım. Bir anda olduğu için doğru mu söylüyorum diye çok tarttım. Eski Haniflerden olduğunu bildiğimiz Varaka Bin Nevfel Efendimiz (sav)'e hicretin müjdesini verirken "Seni bu şehirden çıkaracaklar" diyerek endişelendirmişti.
Bu gecede, neredeyse gün gün Hicreti anlatan Nusret Hocamız bizlere o günleri yaşattı. Bu çağda tarihi olayların en detayı ile anlatılması bile bir eleştiriden kendini kurtaramaz. Konuşmanın sonralarına doğru bu itirazı duyacağım diye üzülmüştüm. Geçmişteki önemli olayların günümüze yansımaları ve onlardan çıkarılacak dersleri zikredemezsek zayıf kalır konuşmalarımız.
Ancak Sayın Hocam o yaşına rağmen ilme olan derin saygısından olacak, gücünün yettiğince -ki hiç oturmadı- ayakta yaptığı sohbette "nefsin kötülüklerinden arınmak en büyük hicrettir" fikriyle bağladı ve itiraz hakkını da izale etmiş oldu. İnsanın kendinden kurtulması, derin arzu ve isteklerinin pençesinden kurtuluşu bir hicrettir.
Dar'ün-Nedve, Ebu Cehil ve hain plan, Yasin Süresi ve suikastçıların önünden geçiş, Hz. Ali'nin yatağa yatması, hicretteki müthiş plan; Abdurrahman'ın muhabir olarak çalışması, Amr bin Fuheyre'nin izleri yok etmesi için sürüyü yürütmesi, Ebu Bekr'in kızı Esma'nın erzak getirmesi. Üç gün ters istikamette bir mağarada beklenilmesi, en mükemmel kılavuz Abdullah bin Ureykıt, Ümmü Mabed'in hilyesi, Süraka'nın yaklaşması ve eman-name alması. Külsüm Bin Hıdm evinde kalışı, Ranuna vadisindeki İlk Cuma namazı, Kuba Mescidi, ve hicret-i Medine, devenin ilk çöküşü, Ebu Eyyüb'ül Ensari, ikinci çöküşü takva üzerine kurulmuş bir mescit, Mescid-i Haram. Kardeşlik bağları. Musab bin Ümeyr'in tebliğ ve daveti.
O akşam bu kelimeler hazır kıta gibi geçit töreni yaptı zihnimizin ortasında. Nihayet Medine'ye inancın rahatça yaşama dönem ve mekanlarına göç ettik. Yani aşureyi de hak etmiş olduk. "Medine'ye Varamadım" ilahisi dökülürken Cem Taşkıner'in dudaklarından, gönlümüz hüzünlendi. Mini bir yarışmanın ödülleri sahiplerini bulurken tiz sesiyle Cihat Bayram "Bir önder var önümde" ezgisini seslendiriyordu.
Tüm bunlar bir yana asıl anlatacağım bunlar değildi.
Nusret Vardar Hocam'ın konuşmaktan dudakları kuruyunca, işaret edip o konuyu açtım. "Bizden geçti artık bu işler" dediğinde düşündüm kendisini neden davet ettiğimi.
Onu seven ve saygıyla dinleyen birçok öğrencisi -ki onlar benim hocalarım- vardı. Ben, işte bu kadirşinaslığa bayılıyorum. Sami Koparan, Abdüvasih Duran, Ahmet Kara, Şükrü Hoca, R. Ahmet Gözübüyük ve isimlerini sayamadığımız hocalarımız, ilçemiz için canla başla çalışan siyasilerimiz, sevgili öğrencilerim ve hanım efendiler onun billur sesinden ve dinmeyen heyecanından yüreklerine bir nebze ateş koymak üzere oradaydılar.
O büyük saygıyı yıllar önce Nusret Hocamla yüksek lisans tezimi okurken yaşamıştım. Doğudan ilçemize gelmiş değerli ilim adamı Abdurrahman Alkış hocam ile bir meseleyi müzakere için dükkanda görüştüler. Ona bir şeyle ikram ettiler. Giderken kapıya kadar uğruladı. Bir yıldız diğer yıldıza ışık veriyordu sanki. Halbuki tez çalışmalarımın esnasında nice genç-yaşlı, hoca-vatandaş geldiğinde sayfayı bitirmeden bölmezdi okumayı. İkramını söyler ve biz derse devam ederdik. Ancak alim bir zatın gelişiyle hemen ders kesildi ve derin bir mevzu açıklandı.
O günlerde bana Tanzimat dönemi şairlerin şiirlerinden uzun uzun okuyorlardı. Şiir kültürü de çok güzeldi. Merdivenleri zor çıkan bu insan İmam Hatip nesline hizmet edenlere hizmet etmek için hiçbir daveti geri çevirmedi.
Büyüklerden öğreneceğimiz çok şeyler var, diye düşünüyorum. Mesajlarımız ulaştığında böyle bir gecede muhterem hocamızı ve takdim edilen aşureden geri kalmak pek yakışık kalmaz diye katılanları düşünüyorum. Gerçekten iyi etmişlerde gelmişler
.