Günlük hayatımızda birbirimizle dertleşirken hep vefasızlıktan şikayet ederiz.Hatta bazen “Vefa” sadece İstanbul’da bir semt adı olarak kaldı deriz.”Vefa” bildiğiniz gibi görülen iyilikleri unutmama, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha fazlasıyla karşılık verme demektir.

Bende geçen Cumartesi gününe kadar böyle düşünüyordum.Geçen Cumartesi günü (24 Ocak 2015) Sani Konukoğlu konferans salonunda Bursa Kent Konseyinin Nusret Vardar hocamız için düzenlediği programı izledim.Program çok içli ve içeriği çok doluydu.Öylesine ki konuşmacıların söyledikleri hiçbir kelime boşa gitmiyor bir damla bilgi yere düşmüyordu.

Programa Bursa’dan İnegöl’den çok değerli İmam Hatip Lisesi eski hocaları,hocaların hocaları ve onların öğrencileri katılmıştı.Üç nesil hatta dört nesil bir aradaydı diyebiliriz.

O programda bir çok değerli insanı dinledik. Ne kadar değerli insanlar varmış da haberimiz yokmuş.Zaman zaman böyle programlar düzenlenmeli, bilmediğimiz ve duymadığımız değerli insanları tanıma fırsatı bulmalıyız.Böylesi programlar insana ayrıca şevk ve zevk veriyor.Böylesi programlara gerçekten ihtiyaç vardır.Ruh ve manevi dünyamıza yüzümüzü çevirmek ve maddeden birazcık olsun sıyrılmak adına buna ihtiyaç vardır.

Kürsüye çıkan her hocamız kısa ama içi dopdolu cümlelerle konuşuyordu.Kuraklık zamanında bir damla suyun yere düşmediği gibi onların ağzından çıkan hiçbir kelime boşa gitmiyor yerini buluyordu.

Konuşmacı hocalarımızdan şunu anladık ki o dönemde iki kavram ön plana çıkıyordu: Samimiyyet ve Fedakarlık.

Samimiyyet sadece Allah rızasını gaye edinmektir.Yani “Lillah” gayesiyle çalışmaktır.Eğer “Lillah” gayesi “Lira” gayesine dönüşürse o çalışmanın bereket ve hayrı olmaz.Diğeri fedakarlıktır.Allah’ın dini (İslam) için çalışmak, malıyla ve canıyla fedakarlık yapmaktır.Mazeret üretmeden sana düşen her göreve koşmandır.

“Bir hocamızın 18 yaşındaki kızı vefat etmiş olmasına rağmen talebeleriyle olan programını ertelememiş ve üzüntüsünü bile onlara hissetirmemişti” cümlelerini duyunca bir çoğumuz göz yaşını tutamadı.Yine “kitabı elinde tutamayacak kadar yaşlanmış başka bir hocamızın o haliyle de öğrencileri yetiştirmeye çalıştığı” cümleleri bizi utancımızdan dolayı yere bakmak zorunda bırakmıştı.

Oradakilerin en çok dikkatini çeken husus o dönem hoca ve öğrencilerin son derece donanımlı olduğu gerçeğiydi.Büyük alimlerden tefsir,hadis,fıkıh,talim, ve hatta hüsn-ı hat dersleri aldıkları ve bütün bu ilimlere hayatlarını şahit ettiklerini öğrendik.

Program sonunda sanırım hepimiz şu gerçeği anladık ki para ve madde sevgisi günümüzde ilk sıraya oturmuş vaziyettedir. ‘İnsan nerede düşerse orada ayağa kalkar’ prensibi gereğince biraz olsun maddeyi kalbimizde ikinci plana atmamız gerekir.İlmi Allah için öğrenmeli ve o ilme hayatımızı şahit kılmalıyız.

İmam Hatip mezunu kardeşlerimizden de şu isteklerde bulunuyoruz.
-Sizin üst kimliğiniz İmam Hatip olsun.

-İmam Hatipliyi İmam Hatipliye düşman etmeye çalışan yanlış yerlerde durmayın.
-İmam Hatip bilinci, soran sorgulayan bir bilinçtir.Aklınızı kiraya vermeyin.

-Artık öğrenci seviyesinde kalmayın ,öğrenci yetiştirin.“Kaht-ı rical”(Yetişmiş adam yokluğu) çekmemek için alim olun ve alim yetiştirin.

-İmam Hatipli, mezun olduğu kurumdan uzakta duramaz.Yani batı kültüründeki gibi ”Köprüyü geçene kadar…” mantığıyla değil tam tersine köprüyü geçtikten sonra gelecek kardeşlerimize köprü olmak” düsturuyla hareket etmelidir.Maddi ve manevi desteğimizle okulumuzun yanında olacağız.

UNUTMAYIN:Eğer mezun olduğunuz okulunuzu unutursanız “Ahde vefa” programlarına hasret kalacağız.Eğer gelmezsen bir kişi eksik kalırız.