"Türkçenin süt dişleri" diye tanımlanan bir dil ile şiirlerini söyleyen Yunus Emre'nin şiirlerini okumak, anlamak istiyordu yaz tatili boyunca. Şiir okumakla ne kazanabilirdi insanlar, bunu ancak şiir okuduktan sonra tecrübe edecekti.

İlk konuşmasının konularını tasarlamaya başlamıştı zihninde. Şiir ne olduğunu, ne işe yaradığını, şiirinin meşruiyetini, dil ve şiir, gönül ve şiir, hayat ve şiir, siyaset ve şiir, aşk ve şiir vb. konularda düşünecek, birikiminden ne nasip olacaksa onları anlatacaktı dinleyenlerine.

Sonra Yunus Emre'ye taşıyacak sözü, onun dergaha taşıdığı odunlar kadar doğru olmasına çalışarak. Yunus ki bir gönül adamıdır. Onu, idrak edecek bir derinliği olmadığını bildiği halde nasıl yapacaktı bu işi, kestiremiyordu. Ancak bir hadis-i şerif aklının ufkunda belirmişti.

Sahabenin biri sormuştu; "Ey Allah'ın Resulü, kişi sevdiği ile beraberdir, buyurdunuz. Ya kişi sevdiği gibi amel edemezse, onun gibi yapamazsa, ne buyurursunuz?" Efendimiz (sav); "Kişi sevdiği ile beraberdir" buyurdu yine.

Yunus Emre'yi, Mevlana Celaleddin-i Rumi'yi vb. tasavvuf erbabını seviyor ve kendilerinin güzel bir ilim ve ahlak sahibi olduğunu kabul ediyordu. Mana ikliminin, maneviyat diyarının öncülerinden biliyordu. Yapmak istediği şey, bu sevgiyi, yazılmış bir mektup mesabesindeki şiirlerinden okuma, onlardan kalan ilmi, miras malı gibi kullanmaktı. Sahabelerden asırlar sonra da aynı samimiyetle yaşanmış bir dini hayatı kesbetmek/kazanmak için okumaya çalışacaktı.

Biliyordu ki insanoğlu etkilenen bir varlıktır. İyiden de etkilenir kötüden de... İnsan, aklı sayesinde iyinin yanında olur ve ondan ilham kapar. Allah sevgisini gönlünün tüm boyutlarında depo etmiş bu güzel insanların damıtılmış düşüncelerini, ölçülü söz dizeleri olarak okumak de değişim getireceğini umuyordu

Şerh konusundan bahsedecekti. Şerh ne demektir, yorum nedir? Şerh yapanlar ne yapmak istiyorlar, diye soracaktı. Tefsir ve şerh karşılaştırması yapacaktı. Zira yüksek lisan tezi olarak İsmail Hakkı Bursevi'nin şiir şerhleri ile meşgul olmuştu mazide. Bursevi'nin, Ruhu'l Beyan isminde tasavvufi harika bir tefsiri de bulunuyordu.

Bu yorumlama yeteneğini o teze borçluydu genç adam. Zira onca dize açıklanırken geliştirilen şerh metodu kavramıştı. Şairin kültür dünyasının, çağın içinde bulunduğu sosyal ve siyasal durumların, kelimelerin o günkü kullanım biçimlerinin, ses değişimlerinin, tasavvufi kavramların açıklanması her daim takip edilecek üslubun bir parçasıdır. Özellikle telmih sanatına başvurulan yerlerde işaret edilen konudan bahsetmek, edebi sanatların kullanıldığı kelimeleri fark etmek de bu parçalardan bazılarıydı.

Her hafta için bir konu belirleyip yedi sekiz hafta içinde işlemek lazım geldiğini düşündü. Genç adam Yunus Emre'nin şiirlerini anımsadı. İlahi aşkı anlattığı şiirlerinden birini ele almalıydı ki "aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni" dizelerini hatırladı. Sonra ilmin önemini açıklayan meşhur şiir "İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir" gibi dizelerinin derinliğine inmek gerekecekti. "Kalanlara selam olsun" şiirini okurken ölüm kasırgalarından bahsetmek lazımdı. "Şol cennetin ırmaklarında" serinlemek isteyenler için cennet tasvirlerinden bahsedecekti. "Şeyhimin illeri" diyecek ve bir insan-ı kamilin insan üzerindeki etkileri, faydası söyleyip böyle insanların toplumdaki varlığını değerlendirecekti.

Velhasıl bu sıcak günlerin serin akşamlarında soğuk bir şeyler tadarken ölçüye vurulan sözlerle gönüller meşk edecekti. Söz, laf olmaktan kurtarılacak, kelama bir adım daha yaklaştırılacaktı şiir seven gönüllerde.