Milli eğitim şurası 20.kez toplandı. Söz konusu toplantıda pek çok konu tartışıldı ve milli eğitim bakanlığının dikkatine pek çok tavsiye karar sunuldu. Ancak bu tavsiye kararlarından birisi Türkiye’nin gündemine oturdu.
Osmanlıcanın genel okul eğitiminde seçmeli bazı okullar için de zorunlu ders haline gelmesi kararı…
Her konuda olduğu gibi bu kararında iki tarafı ortaya çıktı. Ne kararın lehinde ne de aleyhinde hiçbir şaşırtıcı tepkiye rastlanmadı. Kabaca iktidar ve iktidar karşıtları olarak tasnif edersek yanlış olmayacaktır kutuplaşmanın taraflarını…
Osmanlıca meselesinin bu denli siyasileşmesi tesadüfî değildir. Taraflar tam olarak durumun farkında olmasa da konu tamamen siyasal yapımızın kurgusuyla yakından ilgilidir. Dil netice bir iletişim aracı olduğu kadar bir düşünüş, algı ve yaşam biçimini de kuşatır.
Cumhuriyetin kurucu unsurları bu durumun yeterince farkında idi. Bir yandan alfabeyi değiştirirken öte yandan öz Türkçe hareketi ile yüzyılların yaşanmışlığı ile oluşan bir medeniyet algısından vazgeçildiğini deklare etmiş oluyorlardı.
Osmanlıca sadece bir dil değildi. Osmanlı ile ifade olunan büyük bir coğrafyanın tüm dillerini inanç ve yaşayışları ile kuşatan bir anlam dünyasıydı. Osmanlıca içinde Arap, Rum, Kürt, Azeri, Fars, Ermeni, Boşnak… tüm sosyal guruplar bu anlam dünyasında kendini bulabiliyordu. Dolayısıyla aynı dili konuşmasalar da aynı kavramlarla dünyayı algılayan bu topluluklar arasında dil ( Osmanlıca ) üzerinden ortak bir kültür yaşıyordu. Bu durum aynı zamanda toplumsal entegrasyonun en önemli aracıydı.
Bugün bile Osmanlı coğrafyasındaki topluluklar bu kavramları kullanarak anlaşabiliyor. Aradan yüz yıl geçtiği halde, pek çok sosyo-kültürel travma ve kırılmaya rağmen eski Osmanlı sosyolojisi kavramlar üzerinden belli ölçüde varlığını sürdürüyor. Bosna’da “Allah’a emanet”, kuzey Afrika’da “mea’s selame”, Kürdistan’da “xuda jı te razi be “ bu sosyolojinin her birinin hissederek anlayacağı ortak kavramların dili olarak toplumun hayatındaki varlığını sürdürüyor.
Son dönemlerde yeni Türkiye diye dile getirilen bir kavram vardır. Bu kavram toplumsal planda son yüzyılın tekleştirici ve yok sayıcı karakterini içeren parantezini de önemle ve öncelikle ele almak durumundadır. Sosyoloji zihinde üretilmiş gerçekliği olmayan bir dünyaya çekme çabasından çok, sosyolojinin verili dünyasının doğasında akmasını esas alan bir toplumsal düşünüş biçimiyle “YENİ” olandan söz edilmesi mümkündür.
Bu itibarla milli eğitim şurasında Osmanlıcanın özgürleşmesinin ve öğretilmesinin gerekliliğinin tavsiye edilmesi tek başına anlamlı değildir. Osmanlının bizzat kendisini var eden ve hala dillerin kültürlerin varlığını dikkate almadan Osmanlıcanın dikkate alınması sahici bir tavırdan çok tribüne yönelik bir tutumu akla getiriyor.
Hala sosyolojisinin yaşayan dilini eğitim dili olarak kabul etmekte zorlanan siyasi yapının sahici manada Osmanlıcayı ihya etmesi kolay olmayacaktır.