Ahmet Taştan yazdı

Ufukların ötesinde zulüm hız kesmeden devam ediyor. Biz ise önümüze düşen tüm görüntüleri izlemeye devam ediyoruz, gözümüzü kaçırmadan, ekranı kaydırmadan. Sonra moralimiz bozuluyor, canımız sıkılıyor, onca eziyet altında onlarla beraber acı çekmek istiyoruz. Bence değerli bir eylemdir hissedilen.

Herhangi bir insanla duygusal bağ kurduğumuzda yani onunla empati yapma şansına ulaştığımızda, duyguların denkliği söz konusu olunca onun halini anlama katsayısını artırır. Bu sebeple dillerden dökülen dualar, gönülden kopan ve semaya ulaşan niyazlar, bizi insan kılmaya, insan kalmaya yeter sanırım.

Filistinli bir çocuğa aittir yukarıdaki başlık. Zalim, vahşi, Siyonist İsrail kurşunları ile toprağa düşüp şehadet mertebesine ulaşan çocuklar, kadınlar ve zayıf bırakılmış insanlar...  Naaşlarını (cesetlerini) bile gömmeye imkan bulamıyorlar.

Civardaki hayvanlar, insanların kanlarıyla-etleriyle besleniyorlar. Bunu bilen ufak bir çocuk başına okşadığı kedisine: “Ben ölünce, beni yeme e mi?” diyor. İnsanın kanını donduracak bir cümle. Ölmekle ruh, bedenden kurtulup özgürlüğüne kavuşur. Lakin oralarda topraktan gelmiş olan ceset, bütünlüğünü koruyamıyor.

“Allah ölümün de hayırlısını versin!” diye dua edenlerin, neyi kastettiklerine daha iyi anlamış oldum.

Yine bir video düşüyor önümüze: Ufacık Gazzeli bir kızcağız, 12-13 yaşlarında belki de küçük kardeşinin naaşı elinde, gökleri parçalayan bir feryat savuruyor. Semalarda meleklerin bile yüreklerini hoplatacak bu feryadın, taşlaşmış kalplere dokunmadığını görmek veya bilmek ne acıdır.

Kefene sarılmış çocuğunun eline ambalajlı bisküvi tutuşturmaya çalışan ve yürekleri kahreden bir babanın acısını ben de hissetmek istiyorum. Bir bilgidir, bir görüntüdür aradaki tüm bağlantıyı sağlayan.

Yine, bir anne çocuğunun başında “Allah! Hasbünallahi ve ni’mel vekil" diyor. "Evladım şehit oldu" diyor, “Allah katına aldı” diyor. Bir çocuk öbür tarafta açlıktan ölüveriyor. Şu yanda terasındaki sandalyesine oturmuş yaşlı bir adam, zalim bir  keskin nişancı tarafından, başından vuruluyor. Kimse yanına gidip naaşını almaya cesaret edemiyor, hedef olma korkusuyla.

İki kardeş yolda yürürken, küçüğüne nişan alıp şehit ediyorlar abisi de ölüme meydan okurcasına onu bir çuvala koyup hedeften çıkarıyor.

Ekmek için yerden un toplayan küçükler,  kaplarına bir kepçe yemek için sırada bekleyenler.. Her şeye rağmen dünya evine girip evlenen ve o akşam şahadete kavuşanlar yani cennette -inşallah- balayına uçanlar.

Belki daha nice videolar var. Bir müddet mücahitlerin Yahudileri öldüren atışlarını, tankları uçuran füzelerini görmeyince hüzünlenmiştim. İnsan bu kadar acı içinde gönlünü teselli edecek bir söz, bir haber bekliyor.

Biz hayatın bu yakasında vakti geldiğinde İnegöl Meydanı’nda nöbet tutuyoruz. İnsanlığımızı unutmadığımızı haykırmak istiyoruz. Bir şehri manevi sorumluluktan kurtardığımıza inanıyoruz.

Ateş düştüğü yeri yakar. Gönül coğrafyamızın ortasına düşen ateşlerden bir haber olmak istemiyoruz, vesselam.