ALİ’NİN ARZUHÂLİ VE YARALI YARGI

Salih Erol yazdı

Abone Ol

Yaklaşık bir yıldır: “Tarihin Penceresinden” ismini verdiğimiz bu köşede yazıyoruz. Yazılarımızın çoğu İnegöl’ün yerel tarihinden kesitler içeriyor. Şu ana dek yayımlanmış yazı listeme şöyle bir baktığımda şunu fark ettim: 1880 öncesi dönem yok gibi. İnegöl’ün 1880’den bugüne kadar ki ahvali hakkında yazmışım hep.

Bugünkü ve bundan sonraki bazı yazılarımda tarih olarak çok daha eskilere gitmek istiyorum. Şu ana dek yayınlanmamış arşiv belgelerinden yola çıkarak İnegöl’ün daha eski tarihinden örnekler sunalım.

İlk belgemiz bizi tââ 1699’a götürüyor. Ali’nin arzuhâline bakalım!

Ali, İnegöl’ün bilumum mimarlık ve su işlerinden sorumlu devlet bakanı gibi. Daha doğrusu, devletin bu bölgeye atamış olduğu resmî görevli. Mühendis – mimar başı diyebileceğimiz Ali’nin izni ve onayı olmadan İnegöl’e çivi çakılamaz(dı). Üstelik sadece İnegöl de değil, bizim Ali’nin görev yeri içine Yenişehir, Bursa, Mudanya ve Gemlik yöresi de dahildir. Bütün bu geniş sahadaki her türlü imar, inşaat ve su işleri onun denetiminden geçmektedir.

1690’ların tamamında Osmanlı Devleti, olağanüstü büyük bir savaşın içindedir. Gerçekten de yedi düvele karşı tek başına on altı yıl durmaksızın savaşmışız. Hâl böyle olunca memlekette dirlik düzenlik bozulmuştur.

Durumun genelinden özeline inecek olursak, şunu görüyoruz: İnegöl –Bursa’nın mimari yetkilisi Ali’nin işine karışan, devletin işini sekteye uğratan hadsizler çoğalmışlardır. Ali, işini yapamaz duruma gelmiştir ve haklı olarak bu duruma isyan etmektedir. Onun işine engel olmaya çalışanların başında ise Bursa mollası gelmektedir.

Mimari yolsuzluklar, kaçak yapılaşmalar, arazi rantiyeciliği ve su kaynaklarının usulsüz kullanımı gibi hastalıklar tââ o zamanlarda bile var. Ali, hükümete gönderdiği arizada (şikayet dilekçesinde) işine karışılmamasını; molla ve adamlarının uyarılmasını istemiş istemesine de onun sesine kulak verecek, usulsüzlükleri önleyecek bir devlet otoritesi kalmış mıdır? Ondan pek emin değilim. Bundan sonrasında ne oldu, bilemiyoruz. Ali’nin istediği mi oldu, yoksa molla efendi Ali’nin ayağını kaydırdı mı bilemiyoruz.

Demin de belirttiğim gibi, o dönemde devlet büyük bir savaşın ağırlığı altında, daha önce hiç olmadığı kadar, ezilmiş durumdadır. İşte, bu belge, bize bundan 324 yıl önce İnegöl – Bursa dolaylarında neler döndüğünü bir nebze anlatıyor. O bakımdan tarihî bir kıymete sahiptir ve biz de onun için köşemize taşımış olduk.

Şimdi, gelelim ikinci ve son belgemize! Bu belgeyi okurken duruma uygun bulduğum başlık: “Yaralı Yargı” oldu. Belgeye konu olan olay bu kez 1737 tarihinde İnegöl’de yaşanmıştır. Fukaraya zulmeden (Belgede en hafif ifade kullanılarak : “Fukarayı rencide ettiği” yazılmıştır) mahkemenin kendisiyse; asıl zorba mahkeme katibiyse ne yapacağız? Yargı yaralanmış; garibin hakkı çatır çatır yenmiş demektir o zaman. “O zaman” diyorum ama bu zaman çok farklı mı sanki! İsterseniz, memleketin adli haberlerine göz atın bakalım.

1737’de İnegöl mahkeme katibi Mehmet Efendi’nin adı fukarayı epey rencide etmiş kişi olarak geçiyor ve daha da vahimi kendisini üst düzeyden koruyan başka görevliler var; hem de koskoca İstanbul kadısı Hocazâde Abdullah gibi. Bu hak yiyen Hocazâde, İnegöl mahkeme katibinin affedilmesi için saray nezdinde aracı oluyor. Peki, bunu katibin kara kaşı kara gözü için mi yapıyor? Elbette hayır! Orada bir karanlık cisim/isim daha çıkıyor karşımıza.

Gücü İnegöl’ün epey ötesine taşınmış bir aga var: Derviş Paşazâde Zeynelabidin Bey! Menfaati, epey kabarık zenginliğini daha da çok katlamak için yapmayacağı şey yok. Mahkeme mi? Onun: “Şer‘i”liği sadece görüntüde. Mahkeme, oyunu Paşazâde’nin kurallarına göre oynayan bir tiyatrodur. Katip Mehmet, satın alınmış bir kişi. Fukaraya zulmetmesi Paşazâde’nin çıkarlarını temin etmek içindir. Tabi, kendisi de bundan ufak ufak nemalanıyor.

Şikayet dilekçeleri İstanbul’a adeta yağdıktan sonra, devlet gereğini yapacak gibi olmuştur. Ancak bu kez devreye İstanbul kadısı girmiştir. Katibin affedilmesi için aracılık yapmıştır. Onun bu aracılığı sonucunda katibe en hafif ceza verilmiştir. Asıl azmettirici güç olan Zeynelabidin’e ise dokunulmamıştır. : “Mezbur(adı geçen katip) ıslah-ı nefs edinceye kadar diyâr-ı âhere (başka yere) nefy (sürgün) olunsun!. Ancak kısa ve tatil gibi bir sürgünün ardından zalım kâtip İnegöl mahkemesi’ne yeniden döndürülmüştür. Güya: “nefsini ıslah etmiştir”!. Allah, cümlesini ıslâh eylemiştir inşallah! Birçok dava gibi bu da rûz-i mahşere kalmıştır.