Ahmet Taştan'ın Köşe Yazısı
Kardeşim, bu akşamki sohbetten sen bir şey anladın mı?
Her hafta farklı konuşmacı geliyor, sohbet ediyor ama aklımızda hepsi kalmıyor tabii. Ya daha önceden bildiklerimiz tekrar ediliyor ya da yeni bir şey öğreniyoruz nadiren. Dikkat çekici olanını öğrendiğimizde aklımızda biraz misafir ediyoruz ama onu uyguladığımızda bildiklerimiz ev sahibi gibi oluyor. Belki biraz daha etkileniyoruz.
Bugüne kadar bela konusunda bir sohbet dinlemiş miydin? Yani “Belalar Karşısında Müslümanın Tavrı” dikkat çekici, uyarı dolu bir başlık değil miydi sence de.
Hatip hocamız, Allah’ın ayetlerine bir konu hazırlamak maksadıyla bakılmasının doğru olmadığını veya yakışmadığını söylemişti sözlerine başlarken. Dolayısıyla biz de bir konu dinlemedik. Yani tarih veya coğrafya dersinden herhangi bir konu gibi demek istiyorum. Sadece hayatın gerçeklerine şahit olduk.
Hakikaten başımıza bela geldiği vakit, “krizi iyi yönetmek gerekir” cümlesi çok hoşuma gitti.
Benim de hoşuma giden şey: İri yarı, kaba saba adamın biri dar bir sokakta, bilge biri ile karşılaşır ve: “ben senin gibi sefih/düşük birine yol vermem” der ya... Ardından o bilge de: “Ben veririm” diye yolu açmış. Çok pratik bir çözüm olmuş. Hem adamı sefih konuma düşürmüş hem de bir belayı çabucak def etmiş.
Evet ya, diğeri de fıkra gibiydi. Ben de ondan hoşlandım. Hani senin anlattığın gibi bir adam, zayıf birinin ensesine vurmuş ya, şaaap diye... Küçük adam dönüp o iri yarı adama doğru başını kaldırarak “şaka mı yaptın ciddi mi yaptın?” diye sorunca “ciddi yaptım ne olacak?” diye cevap verince küçük adam “iyi o zaman şakadan hoşlanmam.” demiş. Bu da beni güldürdü.
Evet, aslında bütün bunları özetleyen bir cümleyi de hatırlayalım: “İte dalaşacağına çalıyı dolaş” demiş atalar.
Bu bağlamda ben de Peygamber Efendimiz (sav)’in sözü gelsin aklımıza diyeyim: “Belayı istemeyin!” Çok hoşuma gitti. İnsan kızınca “Allah belamı versin” der ya... Demesin. Bir başka hadis-i şerifinde ise: “Müminin haline şaşarım! Başına bir bela geldiğinde sabreder sevap kazanır; başına bir nimet isabet ettiğinde şükreder, yine sevap kazanır” Bu da çok harika.
Bu hadis-i şeriflerin ışığında hayata bakıldığını düşünsene, insana ne kadar kuvvetli bir psikoloji kazandırır. Hatta bir ayet-i kerimede “Sizin şer bildiğinizde hayır; hayır bildiğinizde şer vardır” cümlesi bile bu noktada yardımcı olur insana. Başına gelen belanın aslında bir “şefkat tokadı” olduğunu, belki de Cenâb-ı Allah’ın, daha büyük bir sıkıntıyı başımızdan savmak için ya da bizi uyarmak maksatlı böyle bir belayla/şerle bizi koruyabilir. Hatip hocanın da dediği gibi “krizi iyi yönetmek gerekir.”
Aslında belaya uğramak, bir bakıma öncesinde bir tedbirsizlik içerse de insan, bu dünyada mutlaka belalara uğrar. Çünkü peygamberler dünyanın en akıllı, en iyi insanları olmasına rağmen en çok belalara/sıkıntılara uğrayanlardır. Neden böyle olmuştur? Çünkü peygamberler, işleyen bozuk düzeni değiştirmek için çarklarına çomak sokmuşlardır. Sistemin sahipleri onlara her zaman eziyet etmişlerdir. Zulmü reva görmüşlerdir bu iyi insanlara.
Çünkü kendi çıkarlarına zarar veren her türlü iyiliği yok etmeye hazır bir kafaya sahiptirler.
Konuyu değiştireyim biraz. Hani öğrendiğimiz o sözü hatırlıyor musun? "Zürafânın düşkünü, beyaz giyer kış günü" demişti. Yani zarif insanlar ne kadar temiz giyinirse giyinsin etrafta çamur varsa mutlaka o elbise kirlenecektir. Çok akıllı olsak da belalardan uzak duramayabiliriz. Bu, bizim kötü olduğumuzu göstermez.
Ne demiş Ziya Paşa Terkib-i Bendinde: Bunca faziletli ve hâkim(bilgin) insanlar geldi geçti bu dünyadan da niçin akıllara bir dert kararlaştırılmış, bunun sırrını çözemediler.
"Bir musibet bin nasihatte iyidir!" sözünü de hatırlayacak olursak burada iyi olur, derim ben
Ben de o zaman bazı belalar, insanın ufkunu açmak ve atılım yapması için başına gelmiş de olabilir, derim. Hatta bazen de insanın kendi özüne inmesini, samimiyetini/ihlâsını artırmasına vesile olsun diye bela/musibet gelebilir. Denizde boğulmak üzere olanların, canü gönülden Allah'a yönelmeleri gibi.