Ahmet Taştan yazdı

Belli zamanlar zihinsel üretim yaparak düşünen ve yazanlar, vakti geldiğinde ne yapacaklarını bilemiyorlar bazen. Dünya olayları ufacık ekranlardan gözler önünde akıp giderken vicdanımızdaki ufak tefek titremelere şahit oluyoruz.

Bir acıyı gördüğümüzde canımızın yandığını, gözümüzün yaşardığını, yüzümüzün büzüldüğünü hissediyoruz. Bir parmak fiskesi ile ötelediğimiz görüntü çaresizliğimizi ele veriyor.

Geçenlerde İtalyan Kilisesi’ndeki cinayet olayı ve ardından Diyarbakırlı Ramazan Hoca’nın suikastle öldürülmesi Türk toplumunda yeniden bir hareketlilik mi oluşturulmak isteniyor sorusunu akla getiriyor.

Bir zamanlar faili meçhuller ülkesi olan Türkiye, artık saatler içinde katillerin ve zannıların üstüne çökebiliyor. Kiliseye saldırı yapanlar bir gün sonra adliyede hesap verirken Diyarbakır’ın Ramazan hocası, İstanbul’da işlettiği çay ocağında namazda şehit ediliyor. Bakalım onun katilleri ne kadar zaman içinde yakalanacak?

Bu cinayetlerin amacı ne? Bu insanları öldürerek toplumda hangi gerilimi bekliyorlar?

Eğer bu tür cinayetlerle siyasete ve topluma yön vermek isteyen varsa bilsin ki -gerçi bilmesine gerek yok ben söylüyorum- bu eski kafayı bir kıyıya bırakmalılar artık. Türkiye bir sürü badireyi/sıkıntıları gönül birliği ile atlatmayı bilmiş bir ülkedir bundan gayri. Bunca olayın arasında böyle bir takım hareketlerle yönlendirmeye çalışanlar artık ihtiyar bir kafaya sahipler. Sosyal medya mücahitleri ya da trolleri demek lazım, onlara ihale edilmemiş bir olay toplumda fazla yankı bulmaz. Olay olmuştur, lehte ve aleyhte sözler söylenmiştir. Buraya kadar normal ama bundan sonra bir hedef gösteriliyorsa işte orası tehlikeli bir durum.

Vazifesi başında olan güvenlik güçleri her türlü tedbiri alıp kimsenin kanını yerde bırakmaz diye inanıyoruz. Suikastler üzerinden toplumda gerilim yaratma düşüncesi artık eski Türkiye’nin bir argümanıdır.

Acılı ve sıkıntılı günlerin başımızda kara bulutlar gibi dolandığı dönemler bir gün geride kalacak. İnsanların haline şükreder bir halde olmaları beklenilen bir durum. Bir insanın ölümü kadar, nasıl yaşadığı da önemlidir. Herkesin sonu mutlak kara topraktır, öyleyse ahirete imanın daha kuvvetli olması gerekir.

Geçen akşam televizyonlarda gösterilen o dehşet dolu "aile katliamı" beni perişan etti. Kayınbiraderini, kendi eşini ve birkaç kişiyi daha öldürüp arabasıyla kaçarken yakalanacağını anlayan katil aynı silahla intihar etmiş. Haberi görünce "yakalayacaksın bu adamı, hiç sorgu hesap/mahkeme bile yapmadan sallandıracaksın" diye geçirdim içimden (doğru değil tabii bu). Haberin devamında intihar ettiği söylenince "kurtulduğunu mu sandın, yarın ahirette hesabını vereceksin! Cehennemde çayır cayır cezanı çekersin" cümlesi döküldü dudaklarımdan.

Neden, çünkü "haksız yere bir insanı öldüren ebedi cehennemdedir." hükm-ü fermanını biliyoruz. Herkese bunu öğretmek lazım. İşte "üç leşim var, beş leşim var" gibi katilliği ile övünenler, yarın ahirette Allah’ın keseceği hesabı, hiç hesap etmiyorlar sanki.

"Sonunu düşünen kahraman olmaz" gibi yanlış bir sözle, gaz verenler, "katillere" nasıl bir "kahramanlık" payesi veriyorlar, oturup hesap etmeleri gerekiyor. Ki bizim bahsettiklerimiz son da olmayacak maalesef.

Bir olayın sonucu, bu dünyada bittiği yer değil, ahirette Allah’a verilecek hesapla alakalı olmalı daha çok. Allah bu milletin gözü kara evlatlarına, sabır ve basiret versin, vesselam.