Ahmet Taştan'ın köşe yazısı
Çok önemli bir futbol müsabakasında... Futbolcuların sinirleri gerilir, agresif davranışlarda bulunurlar, ufak bir hareketi yanlış anlayıp rakibine sert girebilirler, kendini tutamaz kırmızı kart yiyecek olsa da tepkisini ortaya koyar vs. vs.
Maçın "önemi" sadece futbolcuları değil; taraftarları da yoğun şekilde tezahürat yapmaya, yanlış karar veren hakeme en ağır kelimelerle hakaret etmeye yöneltir. Futbol maçları seyretmeyi "vakit kaybı" olarak gören ben bile bunları biliyorken bu işin erbabı, bana hak verecektir. Böyle bir mücadelenin sonunda en çok hoşuma giden şey, profesyonel futbolcuların maç bittikten sonra tokalaşıp ayrılmaları. Duygularına/nefislerine yenilen futbolcuların moral bozukluğu sahanın dışına bile taşmakta.
Bütün bunları anlatmamın sebebi ülkemizde "zamanın ve mekanın" en önemli seçimini yapacak olmamız. Bizim için, bir çok kere kazanamamış bir siyasi aktörün, bir kez daha kaybetmesi olacak belki... Lakin bu sefer arkasındaki destek de çok büyük.
Tarih sahnesinde başa oynayan, öncülük eden Müslüman Türk milleti, gücünü tekrar kazanırsa ve diğer Müslüman devletleri de yanına alırsa Batılı devletler ne yapar sonra! İşte bundan büyük endişe duyan küresel ölçekteki üst akıl, güçlendirilmiş parlamenter sistem vurgusu yap/tır/arak en zayıf aparatını destekleme kararı almıştı.Batı, hep yapar bunu. Zayıfı destekler, başa geçirtir sonra dediğini yaptırır. Babasının hayrına mı onca yardım. Üç koy, beş al mantığı ile görür işlerini.
Seçimin son virajında herkes son cümlelerini söylüyor sanırım. Yani seçim süresince kullanılacak cümlelerin "son kullanma tarihi" bitiyor. Taraflar zaman zaman birbirinden beslenen fikirlerle topluma hitap ediyorlar. Lakin evveli ve ahiri yani öncesinde ve sonunda aynı sözleri söyleyen, fikirlerinde makas değiştirmeyen ise çok net belli.
"Asrın felaketini" yaşayan millet, "asrın seçimini" yaparak yüzyıla ismini verecek: Türkiye Yüzyılı... Çağ kapatan ve çağ açan Fatih Sultan Mehmet gibi. Bu maç, çok sert mücadele ile devam ediyor. Türbinlerdeki taraftarlar yerinde oturmuyor. Bir birlerine sesleri kısılıncaya kadar laf atarak mevzilerini korumaya çalışıyorlar. İşte başlıkta yazdığımız cümle de bunlardan biri.
Sevgisi ile tüm milletin gönlünü fethetmiş Cumhurbaşkanına olan bu muhabbet çekilemez bir hale gelmiş. Kendileri "sıka sıka" oy kullanmaya gidecekken muhabbet dostları "seve seve" oy vermeye koşacaklar. Bu psikoloji onları zıvanadan çıkarıyor, ayarı kaçmış sözler savuruyorlar.
Aşırı sevginin sonucu olarak ağızlardan dökülen talihsiz sözleri bir kısa videoya toplamışlar, onu duymuş olmalılar. Sayıları birkaç kişi ile sınırlı bu aşırı insanların cümlelerinden yola çıkarak bilip bilmeden siz ona tapıyorsunuz denir mi? Kırmak, dökmek, yıpratmak için söylenmiş son cümle kışkırtıcı bir ifade değil midir?
Lakin bu haddi aşan son ifadedir. Bir beşere yönelik sevgisini aşırı olsa da böyle bir ifade ile dile getiremez. Hiç kimsenin buna hakkı yoktur. Bunu ne sevilen kabul eder ne de seven. Ne seçmen kabul eder ne de seçilen. Cumhurun başkanı ki Allah’ın bir kulu olarak “milletimize hizmetkâr olmaya geldik” diye haykırırken... Birileri bu kadar çürük ve hadsiz bir kelimeye yapışması ancak bir acziyet göstergesidir.
Son dakikadaki penaltıyı gole çeviremeyen futbolcu gibi kahrolmuşluk sendromu. Saldırganlık ifadesi. Tapıyorsunuz...
Yeryüzünde Allah’tan başkasına baş eğilmesin, diye camiler inşa eden, vesile olan lider, kime secde edileceğini işaret ediyor, bilene. Ayasofya’da şükür namazı kılan lider, böyle saçma sapan bir şeye müsaade eder mi, bunu bile bilmezler. “Lâ gâlibe illAllah” diyen yol verir mi buna akılsızlar, deyip maçın bitmesini bekleyeceğiz artık.
Seçim sonrasında kimse kaybetmeyecek, herkes kazanacak diyen bir akıl var ortada. İşte profesyonel bir siyasetci. Zafer, yakındır ve zafer, inananlarındır ve’s-selam.