Ahmet Taştan yazdı
Yaa baba, çok duygulandım bunu duyduğumda. İstanbul’un Fatih’i, o kadar kuvvetli, kudretli bir padişah ama hem hakkın yerine gelmesini istiyor.
Ülkesinde adalet olsun diye bizzat kendi çabalıyor ve bunu korumak için Kadı’ya muazzam bir söz söylüyor. Kadı Efendi de ondan daha fazla adalet aşığı ki işini çok güzel yapıyor.
Suçu ve cezanın ne olması gerektiğini biliyor. Zaten adalet, bilgi üzerine inşa edilirmiş.
Fakat kendimi kaptırdım konuşmaya gidiyordum. Önümdekiler hafifçe konuşuyorlar, arkadan da fısıltılı sesler geliyordu. Ben bunların hiçbirini önemsemiyordum.
Fatih Sultan Mehmet’in Osmanlı padişahları arasında kıymetinin nereden geldiğini sorunca bir şey düşünemedim. “O, ne güzel komutandır!” diye Hz. Peygamber (sav)’in övdüğü komutanmış.
Ve biz, zihnimizde birden Peygamber Efendimiz (sav)’in hastalık geçirdiği günlere gittik. “Gerçek adaletin” ne olduğunu O’nda gördük.
Efendimiz (sav), hasta hali ile bir gün mescide çıkmış ve demiş ki: “Her kimin bende hakkı varsa gelsin alsın. Utandık, çekindik, o halde iken hakkımızı isteyemedik, demeyin yarın ahirette!” Sahabeler endişeli, kimseden ses çıkmıyor.
Hz. Peygamber Efendimiz (sav), bir adaletsizlik yaptı mı ki ondan biri hak talep edecek. Israrı üzerine biri ayağa kalkıyor ve Peygamber (sav): “Gel ya Ukkâşe, benden hakkını al!” dediğinde sahabeler Ukkâşe’ye tepki gösteriyorlar.
O da diyor ki: “Ben Peygamber Efendimiz (sav)’den hakkımı alacağım, kısas yapacağım. Yâ Resulallah bir savaşta siz benim sırtıma vurmuştunuz kırbaçla.”
“İşte sırtım, vur! Yâ Ukkâşe!” dediğinde kırbacı eline alan Ukkâşe: “Hayır olmaz Yâ Resulallah, siz, bana vurduğunuzda benim sırtım çıplaktı, şimdi sizin ridânız/gömleğiniz var. Vurmam.” O zaman Peygamberimiz (sav): “Benim kaldıramadığım ridâmı/gömleğimi kaldırın da Ukkâşe benden hakkını alsın!” demiş ve sırtını dönmüş.
Baba, baba! Ben de sahabeler gibi dehşete düştüm. Hasta iken bir de, nasıl böyle şey yapar bir sahabe?!
Sırtı açılınca Peygamberimiz (sav)’in mührünü gören Ukkâşe elinden kırbacı bırakmış ve iki küreği arasındaki Peygamberlik mührünü öpmüş, öpmüş, öpmüş...
“Anam, babam Sana feda olsun Yâ Resulallah, ben, sana hiç kıyabilir miyim? Bunu, şunun için yaptım. Tüm insanlar bilsin ki Hz. Muhammed’den daha âdil kimse yoktur!!!)
Çok duygulandım, ağladım, baba... Gözyaşlarıma hakim olamadım. Koca salonda başkaları görecek diye eğildim. Eğildim, onun büyüklüğü önünde.
Zaten bundan sonra adaleti kimlerin istediği ya da istemediği hiç umrumda değil. Değil mi ki Sevgili Peygamberimiz, ahirete olan inancı ve ahirette vereceği hesaba olan inancından dolayı âdil olmak istiyor. Hasta halinde bile insanlarla helalleşmek diliyor.
Bundan sonra âdil olmak ve kimsenin hakkına girmemek için dikkat edeceğim. Konuşmanın hiç bitmesini istemiyordum artık. Fakat zil çaldı ve biz hayatta âdil olmak için yürüdük. Böyle bir konferans verdiği için dersime girmese de hocamıza teşekkür ettim içinden.