Adı Bayram, soyadı Kahraman'dı. Güçlü, kuvvetli, deli doluydu Bayram. Sülalesi ağaydı, paşaydı, beydi. Ağalığı, beyliği, paşalığı yayılmıştı ülkenin dört bir yanına. Elçi gönderilirdi, barışın sağlanması adına başka yerlere, Bayram'ın babası Hacı Ali. Hacı Ali'nin üç oğlu vardı, biri Şaban, biri Ramazan, biri de Bayram. Üçü de birbirinden cömert, birbirinden yiğit, birbirinden gözü pekti. Sakınmazlardı kendilerini, verirlerdi canlarını değerleri için. Abdullah daha bir takva, daha bir alimdi. Yapardı işlerini kur-an'a sünnete göre. Gözü gibi elini de belini de sakınırdı haramdan.

Haci Ali'nin ikinci oğlu Ramazan, sakin, işinin, gücünün peşindeydi. İçinde bir bungunluk vardı. O da Allah'ın takdir der, kaderi olarak kabul ederdi. Ramazan'ın çocuğu olmuyordu. Çocuğu olsun diye gitmediği, şeyh, şıh, ermiş, kapısı kalmamıştı. Ramazan dertlenirdi dertlilerin derdiyle, neşelenirdi düğünlerin şenliklerinde. Kader bu ya, dayanamadı kalbi, yenik düştü hayata, genç yaşta.

En küçükleri Bayram biraz muzip, biraz meczuptu. Deli mi deli, dolu mu dolu biriydi. Kimseler ses çıkaramaz, desturu olmadan yanında oturamazdı. Beyliğin bütün işlerini Bayram yapardı, gecesini, gündüzüne katarak. Bayram kızıl sıcağın altında çalışırdı sabah, akşam, gece gündüz demeden. Yine bir gün çalışırken çayırda tarla çapan ile birlikte. Sabahtan öğleye kadar salladı tırpanı koca düz ovada. Acıkmıştı, yorulmuştu, bıraktı tırpanı derenin kenarına, yığıldı çayırın ortasına, başladı dinlenmeye.

Köyden gelmişti tepsiler içinde yiyecekler, at arabası üstünde. Irgatlara bağırdı, "Hey gelin buraya, açıkmış karınlarınızı doyurun, kesilmiş nefeslerinizi dinlendirin" diye.

Beş, on belki de yüz ırgat attılar tırpanları çayırın ortasına, yürümeye başladılar Bayram'ın yanına. Yere serdiler kilimleri, cercimleri, bağdaş kurdular, kaşık salladılar yiyeceklere.

Bayram da başladı yemeğini yemeye. Sıra gelmişti yoğurdu kaşıklamaya. Koca bir kazanda gelmişti ev yapımı koyun yoğurdu. Nasip bu ya, Bayramın tabağının içine sıçradı bir çekirge. Bayram çekirgeyi eliyle çıkardı tabağın içinden, koydu bir kenara. "Mübarek hayvan de git işine, beni günahkar kılma!" Çekirge dinler mi Bayramı, gitti koca çayırı gezdi, dolaştı, geldi yine Bayram'ın tabağının içine girdi. Bayram yine havle vale çekti. Yine çekirgeyi aldı tabağın içinden çıkardı bir kenara bıraktı. Başladı yine söylenmeye "Çekirge, ey çekirge, canını seven çekirge var git işine beni günahkar kılma!"

Çekirge koca çayırda yine gitti, dolaştı, geri geldi, Bayram'ın tabağının içine girdi. Bayram kızıyordu ama elinden de bir şey gelmiyordu. Bayram'ın yapacağı bir şey kalmamıştı, çekirgeyi yoğurda buladı "Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncüsünde benim nasibimden kurtulamaz." Dedi. Çekirgeyi kaşıkladığı gibi yoğurduyla birlikte yedi.

Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncü de belasını bulur sözü Bayram'ın sözü olduğu için mi buradan mı çıktı, yayıldı ülke sathına, yoksa başka bir yerden mi çıktı onu da okuyucunun takdirine bırakıyorum.