Farkında olarak ya da olmayarak Kur'an'ı kendi çıkarlarına dair gerekçeler üretmek için okuyanlar varç

1- İslam'ın "teslimiyet hassasiyeti"ni unutarak yaşamak var. Evet, İslam özde teslimiyettir. Allah'ın insanoğluna bildirdiği ölçülere hulus-i kalble, hesapsız kitapsız teslimiyettir. "Dini Allah'a tahsis etmek" demek olan ihlas budur. Nefsimize teslim olmak değil, "Nefsimizi putlaştırmak, yani onun buyruklarını harfiyyen yerine getirmek, bir şekilde ona kulluk etmek" değil, Allah'a ve O'nun dinine teslim olmak. İslam'dan işimize geleni almak ise, işimiz her ne ise, ona tapınmak anlamına gelir.

2- İslam'ı ihmal ederek hayat tanzim etmek var. İslam hayatımızda ne oranda var olmalı, sorusunun cevabına odaklanmadan, en pamuk ipliği alakalarla yetinerek yaşamak demek bu. Dini en uç bir aidiyet gibi görmek demek. Hayatın ana omurgasına başka hesapları ve alakaları koymak ve dine de, onlardan arta kalan yer varsa, onu vermek demek. Bu, Allah Teala ile ilişkiyi de, en istisna zamanlara bırakmak anlamına gelir. Denizde fırtınaya yakalanma zamanlarına, uçak düşerken tutunacak bir dal arama zamanlarına, yakınlarına Allah korusun amansız bir hastalığın musallat olma zamanlarına.

3- Ve en kötüsü İslam'dan bile bile kaçarak yaşamak var. Şeklen İslam içinde olup, fiilen başka dünyalarda koşmak demek bu. Kalbin Şeytan tarafından çalınması demek.Bunun maalesef her rengi mevcut İslam dünyasında.Onun için de perişanız.Sadece işin içinde nefsimiz olsa, ve biz İslam'la ilişkimizi nefsimizi terbiye etmek gibi bir hassasiyet içinde yürütsek, yani nefsi hesaplarımızla bir derdimiz olsa, ondan bir şikayetimiz olsa, ondan kurtulmak gibi bir çabamız olsa, o bile çok kutlu bir ilişkidir İslam'la. Gönlümüz Rabbimize dönüktür. O'ndan yardım dileriz nefsi hesaplarımıza karşı, "Göz açıp kapayıncaya kadar bile beni bana bırakma" diye niyazda bulunuruz.

Ama irademizi nefsimizden yana koyarsak, bu defa, bütün varlığı, kendi ferd veya grup veya kavim nefsimiz için kullanmaya yöneliriz. Her şey, nefsimize hizmet için seferber olsun isteriz. İbadetin bile "Riya" haline gelmesi ve gizli şirke dönüşmesi halidir bu.Allah'ın dini ile teması zayıflayan toplumların bu tür zaaflara düşmesi olağan karşılanabilir.

Ama İslam gibi öncelikle kalbin Allah'a bağlanmasını esas alan bir dinin müntesipleri neden böyledir?Mezhepler, Allah'a giden farklı yollar olmak gerekirken neden müntesiplerinin birbirini kırdığı bir asabiyyet batağına düşerler?İslam kavimleri, Hazreti Peygamber'in elinden tutmuş olsalar, yaptıklarının yarın Allah'ın huzurunda önlerine çıkacağı ve "Hangi gerekçeyle birbirinizin boynunu vurdunuz?" sorusuna muhatap olacakları idrakinden kopmasalar, bunca kanlı bir boğuşmanın içine girerler mi?

"Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir" hükmünü bile bile, onbinlerce, yüzbinlerce mü'min kanının akması karşısında nasıl duyarsız kalabilirler? İşte burada, kalb terbiyesi hayati bir önem kazanıyor.Kalb-i selim ile maraz yüklü kalb arasındaki fark burada."Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir" hükmünün idrak haline gelmesi - gelmemesi hadisesidir bu.Allah Teala ile ilişkimizin, gerçek mahiyetinin farkında olup olmama hadisesidir.

İnsanın "nisyan" damarına mağlup olup, kulluğu unutması, bünyesinde yer yer Firavnlık hususiyetlerinin tümörleşmesidir.Ahirette üzerine bastığı karıncanın hukukunun karşısına çıkacağını bilen bir Müslümanın hassasiyeti ile, binlerce onbinlerce Müslümanın kanı akarken, bunun tarafı haline gelmenin arasındaki fark, bugün İslam dünyasının trajik halinin gerekçesini ortaya koyan farktır.

İslam'ı, "Allah'a gerçek kulluk" çerçevesinde idrak edebilme yolunda bir şahsiyet terbiyesi zamanı çoktan geldi ve geçiyor.Dünyada gerçek bir İslam dünyasının inşası için de bu şart, ahirette Rabbin huzurunda yüzü ak çıkmak için de...Dünyada, kimi zaman İslam'ı da yedirerek tıka basa doyurduğumuz nefsimiz, ukbada aleyhimize şahitlik yaparsa hiç şaşırmamak lazım. Allah muhafaza buyursun.

ALTINOLUK DERGİSİ/2013 - Haziran, Sayı: 328, Sayfa: 003