Yüreğimdeki öfkeyi harlıyor, gözlerimdeki yaşı sel ediyor, tüm dikkatimi siyonist İsrail'in zulmüne kenetliyor, mazlum Filistinli kardeşlerimin acısını derin derin içime çekiyorum. Ellerim havada semaya açılmışken huzuru ilahiye dualar gönderiyorum. Kimin şampiyon olduğu ile ilgilenmiyorum bile. Bana herhangi bir sevinç ve üzüntü de vermiyor bir yuvarlağı başının üstünde taşıyanlar. Yüreğimi çıkarıp göğüs kafesimden Mescid-i Aksa'nın kubbesine yerleştiriyorum. Bütün feryatları ve tüm iniltileri duyuyor; şahadete yemin eden gençleri izlerken cennete kavuşan şehitler gibi tebessüm ediyorum.

Sonra çooook uzaklarda olduğumu düşünüyor, elimden bir şey gelmediğini bilmenin zaaflığıyla kıvranıyorum. İçinde bulunduğum ruh halime Rabbimin ayetlerinden (Nisa 75) sorumluluk kelimeleriyle tarifeler okurken çaresizliğime de acziyetime de bahaneler üretmiyorum. "Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz."

Çünkü diyorum ki eğer Mescid-i Aksa'da olsaydım bir kurşuna da ben göğüs gerer, Kudüs sokakların da olsaydım bir taş da ben atardım zalim yahudi siyonist askerlerine... Belki de Şeyh Cerrah Mahallesi'ndeki 13 numaralı evime köpek sürüsü gibi saldırıp beni darp ettikten sonra bileklerime geçirilmiş kelepçelerle, canım anamın gözleri önünde meçhule giden biri de ben olurdum. Namusumuzun timsali Müslüman bacıma uzanan eli geri çevirir, günahsız yavruya doğrultulmuş namlunun önünde dururdum belki de. Lakin aramıza dağlar girdi ve mesafeler uzadıkça uzadı.

Şimdi İnegöl'de kutsallarımızın değerini yüreğinde hisseden binlerce insanla kilometrelerce konvoy yaptığımızı değerli görüyorum. Bir meydanda Filistinli kardeşlerimize destek olmak için tekbirler getirmenin, dostluğumuzu, birlikteliğimizi ve samimiyetimizi ulaştırmanın kıymetimi biliyorum. Bu coğrafyada bir şey yapamıyor; "sadece konuşuyor, miting yapıyor, slogan atıyor, tekbir getiriyoruz, daha fazlasını yapmamız gerekir" diyen aceleci dostlara "her söylem bir eylemdir" "her tekbir, yahudi siyoniste fırlatılmış taştır" diyorum.

"Ne yapıyoruz Kudüs için?" sorusunun altını doldurmaya çalışıyor, cevabını bulmaya gayret ediyoruz. Şimdi Gazze'de yaralılarımız var, tıbbi malzemeye ve ilaca muhtaçlar... Evleri yıkılmış onlarca komşumuz var, binlerce çadır lazım... Suları kesilmiş susuzluğu giderecek ırmaklara ihtiyaç var. Açlık sinsi sinsi bedenleri yoklar; bir tas çorba, bir dilim ekmek ikram etmek gerek."Şimdi Kudüs için ne yapmam?" gerekir sorusu daha bir anlam kazandı ve ete kemiğe büründü ise evini paylaş, lokmanı böl, derdine deva, hastalığına şifa ol...

Bir bedenin uzuvları gibi irtibatlı ve hissedebilen bir bütün olabiliyor muyuz? Acaba dün akşam hangi takım şampiyon olacak endişesinden çok Gazze'de Ramallah'ta, Kudüs'te, Filistin'de Müslüman kardeşlerim ne yapıyor endişesi taşıyor mu yüreğimiz? Bugün günlerden Kudüs günü, vakitler mazlumları gösteriyor... Güneş, zulmün üzerine batıyor dolunay gümüşi ışıklarıyla zulmü kaydediyor... Karanlığın yoğunluğu arttıkça artıyor. Kadın, çocuk, yaşlı ve yetişkin... Her biri ölümden payına düşeni bağrına basıyor, cennetlere kanatlanıyorlar...

Ve güneş, muştuyla doğuyor iman eden, sabreden ve mücadele edenlerin üzerine. Bugün, asla dünle kıyaslanmayacak güzellikler saçılıyor etrafa. Dünyanın birçok ülkesinde mazlum Filistin halkının inleyen sesi, yankısını bulmuş; meclislerde, caddelerde, sokaklarda, meydanlarda duyulur olmuştur. Siyonist İsrail kandan beslenirken ecelinin kapı arkasına saklandığını görmezden geliyor karanlık bakışlarıyla.

Kudüs için ne yapıyorum? Takip etmekten asla vazgeçmiyor ve mücadeleyi terk etmiyorum. Haklı olan kazansın demiyorum. Haklıyı biliyor ve destekliyorum. Oyundan çıkmıyor, oyunun bir parçası olduğumu şuur ve imanla kabul ediyorum. Kudüs onurumuz ve namusumuzdur. Onun için mücadele etmeliyiz. Çünkü Kudüs, şehitlerimizin kanlarıyla çizilmiş kırmızı, kalın, kutlu ve mübarek bir çizgidir.