Tatil planlamalarımı trafik yoğunluğunun en az olduğu günleri tercih ederek yapmaya gayret gösteriyorum. Tatil yerine gidişimi ve tatil yerinden dönüşümü cuma günlerine mümkün olduğu kadarıyla koymam. 2016 yılında 1 haftalık yaz tatiliplanlamamı da bu çerçeve de yaptım, Marmaris İçmeler bölgesine gittim. 14 Temmuz Perşembe günü akşamüzeri tatilden geri döndüm. Bir gece dinlendik, uyuduk, uyandık, kahvaltı vs derken saat öğleden sonra bir zamanı gösteriyordu. Telefonun zili çaldı, baktım bir dostum arıyor. Telefonu açtım, hal hatır konuşmalarından sonra bizi ailece akşam yemeğine hobi bahçesine davet ettiğini söyledi. Dostumun bu nazik davetini eşime danışarak kabul ettim, görüşmek üzere telefonu kapattım. Dostumun davetine gitmek üzere hazırlıklara başladık, yola çıktık. Yolculuk yaptığımız yolu sık sık da kullanırdık ama o gün yolda olağanüstü bir trafik vardı. Bu trafik yoğunluğuna bir anlam veremedik. Evden çıkışımızdan 15 dakika ya geçmişti veya geçmemişti ki telefonumun zili bir daha çaldı, direksiyonda olmam nedeniyle eşim baktı telefona 'Aaa kızımız arıyor, dedi,

'Hadi canım aç bakalım ne diyor? -'Alo'-'Efendim kızım'-'Anne neredesiniz, biz geldik?'-'Nereye geldiniz kızım?'-'Eve'-'Aaa Kızım biz yoldayız, hobi bahçesine gidiyoruz, hani derler ya nasipte dayak da var, yemek de, sizin nasibinizde yemek varmış, kaynananız da seviyormuş, hadi bekliyoruz sizi yolda.'

Eşim, kızıma beklediğimiz yeri telefonda bildirdi, yolun uygun bir yerinde arabayı kenara çektim, kızımın, oğlumun ve damat oğlumun gelmesini bekledik, 15 dakikalık yolu yarım saatten daha fazla zamanda ancak geldiler.

Hobi bahçesinde dostum, eşiyle, geliniyle, oğluyla, torunuyla bizi karşıladı, çok güzel bir akşam vakti geçirdik, eğlendik, akşam karanlığı iyice bastırmadan eve döndük.

21 haberlerini dinlemek için televizyonu açtım, spiker, Boğaziçi Köprüsünde olağanüstü bir hareketliliğinin olduğunu söylüyordu. İçimden 'Allah kahretsin bu teröristleri, yine bir huzursuzluk çıkaracaklar, yoksa köprüye mi bir şey yapacaklar? İnşallah öyle bir şey olmaz' diye duygularımı sesli bir şekilde ifade ettim. Canım sıkıldı, ev bana dar geliyordu, kendimi zorla dışarı attım, arkadaşlarımla buluşmak üzere evden çıktım.

Arkadaşlarımla bir yerde oturduk, haberleri dinlemeye devam ettik. Spiker bir bildiri daha okumaya başladı. 'Yurtta Sulh Konseyi, ülke yönetimine el koymuştur.' Diye.

Sunucunun sözleri kulaklarımda uğultular oluşturmaya başladı. Bu uğultu düşünce ve sinir sistemimi adeta hegemonyasına almıştı. Niçinler beynimi meşgul etmeye başlamıştı. Niçin benim ülkem hep ikinci sınıf demokrasiyi yaşayacak? Niçin benim insanımdüşüncelerini özgürce açıklayamayacak? Niçin benim insanım barış içinde yaşayamayacak? Niçin benim insanım sosyal devlet imkanlarından yeterince yararlanamayacak? Niçin birinci görevi milli savunma olması gereken askerler, demokrasiyi katletmek için hep mücadele edecek? Niçinlerin sonu gelmiyordu, gelmezdi de. Bir şeyler yapmak gerekiyordu, demokrasiyi sonuna kadar yaşamak için ama ne? Beynim o şeyin adını da kendisi koydu, 'Mücadele et ve diren.' Diyordu. Bu düşünceler içinde gelgitler yaşarken demokrasi kahramanları çıktı ve mücadeleyi başlattı.

Selam olsun, vatan için canlarını feda edenlere, selam olsun demokrasi şehitlerine. Şair Mithat Cemal Kuntay ne güzel duygularımıza tercüman olmuş:

'Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.

Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır."

Vatan size minnettardır.

Ruhlarınız şad, mekanlarınız cennet olsun, şehitlerim.

Özer YILMAZ