Yine öylesine bir söyleşi ortamındayım. Beni dinleyecek gençlere söylemem gereken o kadar çok nasihat var ki. Bu sefer önümde "sözlerin büyüğü, büyüklerin sözleridir" kuralı çerçevesinde İmamı Gazali'nin Kimya-yı Saadet (mutluluğun formülü) isimli kitabı var. Kitabın içindekiler bölümünü inceliyorum. Ana başlıkları verilmiş konulardan birini seçeyim, dedim.

Konu başlıklarında inceledim dedim ya, neler var merak edenler için birkaçını sıralayayım: Açlığın fazileti, çok yemenin afetleri, gıybetin çeşitleri, kalb ile gıybet, cimrilik hastalığı, büyüklük ve makam sevgilisinin ilacı, fakirlik ve zühd, ölümü hatırlamak, tefekkür bahsi...

Alt başlıkları ve üst başlıkları daha birçok konu. Bu konuları işlemekten muradımızın ne oldu herhalde anlaşılıyordur.

Güzel ahlaklı, terbiyeli, duygularını kontrol edebilen, hayatını Allah'ın rızasına göre yaşamayı gaye edinmiş bir nesil inşa etmeye çalışıyorum. Fakat çağın ürettiği gayr-i İslami hal, hareket, tutum, düşünce ve davranışlar karşısında neyi, ne kadar ve nereye oturacağımızı bilemediğimiz bu kavramları anlatma konusunda tereddüt geçiriyorum.

Ekmek su gibi, nefes alıp verdiğimiz hava gibi alışılagelen gıybet hastalığından vazgeçmek kolay değildir herhalde. Bir anlık problemlerimizi çözen renkli yalanlar söylemekten de bıkmış değiliz henüz. Egomuzu şişiren üç gramlık başarı ile sarhoş olurken kibir ve gururun ne manaya geldiğini anlayabilecek yürek taşımıyoruz daha.

Bir şahsiyet inşa edeceksek ruh zeminini tesviye etmek gerekir yani düzeltmek gerekir. Hangi zemine, nasıl bir bina inşa edebileceğimizi ilmi verilerle ölçtüğümüz gibi.

Meseleyi daha iyi kavrayabilmek için hastalığımdan örnek verdim. "Geçen yaptırdığım kan tahlilinde şekerimin yüksek olduğunu tespit ettik. Dahiliye doktorunun vermiş olduğu ilaçları kullanıp vücudu ilacı araştırmak yerine diyetisyenin vermiş olduğu talimatı yerine getirerek gerekli tedavinin olabileceğini düşündüm.

Diyetisyende kilo-boy ölçüldükten sonra perhiz alakalı talimatları aldık. Şekersiz çay içmeyi beceremeyen ben daha önce bunu başarmıştım. Yemeklerin tadına bakmadan tuz atan ben şimdi tuza yan gözle bile bakmayacaktın. Ekmeksiz sofradan kalktığımda doymadığımı hissederdim. Şimdi üç dilim buğday veya çavdar ekmeğine mahkum oldum..."

Böyle böyle anlattım diyetisyene gidip perhiz yapmak için aldım talimatları. Fakat bunları nasıl başaracaktım? Bunca yıldır vücudumun alıştığı şeyleri ondan nasıl mahrum edecektim? Tabii ki de zordu bu, ama sağlığım için ve sevdiklerim için mutlaka vazgeçmeliydim bunlardan.

Herkes içine düşmüş olduğum hali kavradıktan sonra yaptığım şeylere hakkı verir oldu.

İşte bedenimize yaptığımız bu perhizi ruhumuzda da yapmalıyız ki şahsiyetin hakikatine ulaşabilim.

Buna "nefis perhizi" desek herhalde uygun düşer. İhya-yı Ulumiddin de ve Kimya-yı Saadet'te ve diğer tasavvufi eserlerde "nefsi tezkiye" olarak ifade edilir. Günümüzde obezite ile savaş başlığı altında çok duyduğumuz perhiz kelimesi meseleyi anlatmaya yeter sanırım.

Bundan sonra dedikodu gıybet, laf taşımak, riyakarlık, dünyaya dalmak, kibirlenmek, cimrilik yapmak yok. Bunları niye terk etmek zorundayız sağlığımızdan ve sevdiklerimizden uzak kalmamak için, mahrum olmamak için.

Maddi temizlik üzerinden manevi temizliği anlatmak ve küçük bir kıyaslama yapmak faydalı olacak, kavrayışı artıracaktı. Kavrayış arttıkça, gönüller güzel ahlak niyetine duracak, şahsiyet de inşa edilecekti. Zira bu demde gönüllere, sağlam temellerle inşa edilmiş, İslam ahlakıyla donanmış nesillere ihtiyacımız vardır ve's-selam.