Adı: Zehra

Unvanı: Tıp Fakültesi 4. Sınıf öğrencisi

Suçu: Başı Örtülü olmak (irtica)!

Adı: Ahmet

Unvanı: Rütbeli Asker

Suçu: Ramazanda oruç tutmak!

Adı: Yavuz

Unvanı Polis

Suçu: Cuma namazına gitmek!

Adı: Fatma

Unvanı: öğretmen

Suçu: Başörtülü olmak!

Ve niceleri... Adı sanı unutulan, kimileri hala suçsuz yere hapiste yatan, fişlenen, etiketlenen 28 Şubat mağdurları. Gençliğinin baharında, idealist, yüreklerinde vatan aşkı, milletine faydalı olma sevdası büyütmüş ancak aklın ve mantığın almadığı bir iddia ile suçlanmış gençler. Kimi öğrenci, hayaliyle büyüdüğü üniversite kapısında, diğeri gece gündüz bekler vatan ocağında, öteki nesiller yetiştirmenin gayretiyle didinir, beriki halkının güvenliğini korumanın telaşında. Kurtuluş mücadelesinin gerçek çocukları; anacığının el emeği göz nuru harçlıklarıyla büyüyen, babasının alın terine şahit evlatlar. Kim bilir hangi badirelerle kazandılar üniversiteyi, mesleklerini!

Ve bir gün, karanlığın zifiri olduğu, kalpleri kaskatı kesilmiş, akıl tutulması yaşamış, dünyanın makamlarına çıkmış(!) birileri çaldılar ülkemin gençlerinin hayallerini ve hayatlarını. Tek dertleri inandığı gibi yaşamaktı oysa. İmanlı yürekleri derinden yaralayan, Rabbinin emri ile idealleri arasında bırakan yasaklar Müslümanca duruşa izin vermiyordu. Örtülü olduğu için mezuniyet törenine alınmayan ve hatta okulundan atılan gençler, haklarını aradığında kendini adını dahi duymadıkları suç örgütleri arasında buluyordu. Darbenin hüküm sürdüğü zamanlarda demokrasi, özgürlük rafa kaldırılmıştı. Gözleri perdeli, aklı tutuk zihniyet, masum olanlara suç icat etmeyi ne kadar da kolay yapmıştı. Zaman değişse de insan aynıydı. Ebu Cehiller, Ebu Lehebler her zaman vardı. İrtica yaftalaması ile tepetaklak olan yurdum, nice gözyaşı ve yıkıma şahit oldu. İmam Hatip Okullarının bahçesinde hakkını aramaya çalışan öğrenciler, üniversite kapılarında haykıran yürekler, adı modern(!) bir zihniyetin açtığı ikna odaları, mesleklerinden atılan askerler, meclisten çıkarılan vekil ve saymakla bitmeyen çileli imanlı insanlar.

En kötüsü de darbeci bakış açısının açtığı "öz yurdunda garip olmak" hali. Kendi insanının bile sana tuhaf bir öcüymüş gibi bakışı. Ötekileştirme, sindirilme, kendi kendine bırakılma... Şuan düşünüyorum da ne kadar da benziyor Efendimiz ve ilk inananlara reva görülen boykot yıllarına. İnancının gereğini yaşamak isteyenlere gösterilen eziyet ve zulüm. Bazıları için bir kimlik kavgasına dönüştü bu hal. Hayalleri, idealleri ve inancı arasına sıkışmış bir hayat. Huzurdan yoksun, daralan ruhlar, aynadaki kendini görmekten mahzun olanlar. Aslında o zamanları anlatmak, yaşanılanları düşününce o kadar kifayetsiz kalıyor ki...

Çok şükür ki o kara günler geride kaldı. Elbette o devri yaşayanlarda unutulmaz yaralar bırakarak. Peki, çekilen çileler yerine neye bıraktı? Şimdilerde mümin bir duruş sergileyebiliyor muyuz? Kavuştuğumuz özgürlüğümüzün hakkını verebiliyor muyuz? Yoksa bir gaflet girdabına mı daldık? Tesettür inancımızın bir gereği iken moda denilen akıma mı dönüştü? Modern dünyanın her şeyi tüketen, gösterişi ön plana çıkarıp özü boşaltan hali bizi de kendine benzetmeye başladı yazık ki. Başı örtülü olmak; sadece saçları örten bir sembol değilken daralan, incelen bir kıyafet tarzına hangi ara dönüştü sahi. Şekil ve iç dünyamız arasına uçurumlar girdi maalesef. Çekilen bunca çile bu hali seyretmek için miydi? İnandığı davası için mesleğini, hayallerini bir kenara bırakıp mücadele eden iman dolu yürek buna nasıl dayanırdı. Gaflet uykusundan uyanmanın, kimliğimizi bulmanın vakti geldi de geçiyor. Kendimize çeki düzen verip kalkmalı ve dirilmeliyiz. Temsil ettiği davanın bilincinde, ruhunu ve kalbini Rabbine adayan bir gençlik inşa etmeliyiz.

Unutmayalım ki inandığımız gibi yaşamazsak yaşadığımız gibi inanırız!

28 Şubat mağdurlarına ithafen.. Sevda ÇEVİK