Genç kız ilk defa gelmiş değildi sohbette. Bugün duyduklarından dolayı çok şaşırmış görünüyordu. Çünkü karşısında hitap eden kır saçlı, "onlar istediklerini yapabilirler, biz Müslümanlar istediğimizi yapamayız." demişti. Onlar dediği kişiler de Müslüman degil miydi? O kısacık zaman diliminde.

Nedenini çok merak ediyordu. Neden Müslümanlar istediklerini yapamazlar? Bunun engeli neydi? Kim koymuştu bu sınırları? Herkes özgür değil miydi?

Kendi adına istediğini yapamayacaksa böyle bir dini böyle bir hayatı tercih etmenin ne anlamı vardı, diye düşünmeye başladığı anda beklediği cevaplar teker teker zihnin ortasına nakış ediliyordu.

Masanın ardından konuşan adam çünkü Kur'an-ı Kerim'de "bir konu hakkında Allah ve Resulü bir hüküm verdiğinde mümin kadın ve mümin erkeğin seçme hakkı yoktur" ayet-i kerimesi okumuştu.

Yani bu muhabbet ortamına katılan bizler Allah'ı rab, Muhammed (sav)'i peygamber kabul ettiğimiz için samimiyetle inanmış gönüllü kullarıyız köleleriyiz. Bundan da çok memnunuz, demişti.

Rabbimiz bize "aklınızı kullanmaz mısınız?, Ne kadar da az düşünüyorsunuz?" diye tatlı uyarılarda bulunurken ilk emri de "Yaratan Rabbinin adıyla oku!" olmuştur.

Biz köle deyince bazıları karanlık zihinlerindeki önyargıları harekete geçirmesinler.

Hatta şair Necip Fazıl'ın bir şiirinde "Beni Allah tutmuş kim eder azat?" dizelerini okuyarak bir kez daha perçin demişti manayı.

Fakat bir türlü kabul edemiyordu genç kız... İçindeki direnci o zaman hisseder gibi oldu genç kız. "Nasıl yani şimdi sen karar veremeyecek misin kendin ile ilgili bazı şeylere?" İçindeki nefis böyle sesleniyordu boğuk bir fısıltıyla.

Ona da bir cevap geldi hatibin dilinden. Sanki içini okuyordu. Aslında kelimelerin ardından gidiyordu genç kız.

İçindeki ses kokusadursun o dışarıdan gelen yeni bilgilere açtı gönlünü. Çünkü "sözü dinle doğrusuna tabi ol" diye bir prensibi vardı.

"Düşünsenize... Bizim ne yapabileceğimizi, ne yapmak istediğimizi bizi yaratan Allah, o külli/tam/ bütün/ kamil aklıyla bizim için tek tek söylemiş...

"Sizin hayır bildiğinizde şer, şer bildiğinizde hayır vardır" demiş. Bir de " Siz bilemezsiniz Allah bilir" demiş.

Onun sevgili Peygamberi (sav) insanların en akıllısı, en ahlaklısı, en dürüstü Müslümanların ne yapması gerektiğini de nasıl yapması gerektiğini de göstermiş.

Bize düşen sadece, samimiyetle bu hayat kurtaran prensipleri hayata aktarma çabası... Hayatın şartları farklı, kişilerin imkanları farklı ve değişken. Akıl o prensipleri hayata aktarırken lazım. Özgürlük burada lazım.

Aklına yatmaya başlamıştı yapılan bu yorumlar. Çünkü çok önemli sorun olduğu zaman "bir bilene danış"masınını, ondan sonra kendi kanaatlerini bile bir kıyı bırakıp buyurulanı yapmak daha mantıklı geliyordu.

Öyleyse dünya hayatının meşgalesini yaşarken yapabileceği en tatlı yöntem de buydu.

Fark etmişti genç kız, okuduğu kitaplardan düşünce sahibi insanların sözlerinden alıntılar yapabiliyor bu da ona güven veriyordu. Ayrıca her yaptığı şeyi tecrübe etmiş değildi.

Bir bilenin nasihatlerini ihtiyaca vardı. Öğrendiklerinden ancak güvendiklerini aktarıyor özel muhabbetlerinde.

Madem bu şekilde bir başkasından istifade ediyorum, bu niçin yaratan Allah olmasındı. Hidayet ışığı taşıyan peygamberin sözleri olmasın diye düşünmeye başladı.

Zaten dünya hayatının içinde birçok soru ve sorun çıkıyordu ki karşısına. Bunların her biri için kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde cevap yoktu.

O kaynaklarda öğrendiği bilgileri, kendi ilmi ile, görgüsü ile, şahsiyeti ve onuruyla, hayatına tatbik etmesi gerekiyordu. Yani aklını kullanmadan körü körüne teslim olmak diye bir şey yoktu.

Bugüne kadar kendi keyfine göre bir Müslümanlık yaşamış genç kız, neden bundan sonra Müslümanım dediği, inandığını söylediği kitabın ayetlerine göre yaşaması gerektiğini kafasına ve gönlüne kazımaya çalışıyordu.

Çünkü Kur'an-ı Kerim'de "eğer mümin iseniz, eğer inanmışsanız" diye biten ayetler vardı. Bu ayetlerin öncesinde Cenab-ı Allah yapılması gerekenleri sıralıyor ve işin sonunu imana bağlıyordu.

Sadece inanmış gönüllerin teslim olabileceği bir dindi İslamiyet. Hem İslam'ın kurallarına uymacak hem de iman ettiğini söyleceksin bu yeryüzü ile gökyüzü kadar tezat bir durumdu.

"Arzusunu getirdiğim dine tabi yıkılmayan hakiki mümin değildir" hadis-i şerifini duyduktan sonra artık arzu ve isteklerinin kaynaklarını da merak etmeye başlamıştı genç kız.

Onlar yani özgürce iradesini kullanan insanlar, aslında yani temelde nefislerine, nefsinin isteklerine tabii oluyorlar ve arzuları altında ezilip kalıyorlar.... İnanmış bir insan olarak kendisini aşmanın lezzetini tatmaya başlamıştı.

Yeniden tekrar yeniden iman ediyor... İlk defa kılıyormuşcasına namaza başlıyor, hayatında yer etmiş davranışları tek tek gözden geçiriyordu. Daha da geçirecekti.

Aklının yettiği kadarıyla, gücünün yettiği kadarıyla, muhabbete katılacak yeni şeyler öğrenecekti.

Ruhunun arındırması zaman alsa da yola girmeye niyetlenmişti genç kız.