Ağlamak, insanla ilk dakikasından itibaren tanışıktır. Üzülür ağlar, sevinir ağlar insan. Ağlamak bir tepki çeşididir. Boşalıp rahatlar insan ağladıkça.
Ağlamayla insan olarak da ilişkiliyiz, mü’min olarak da. İmanımız gereği Allah’tan korkup ağlamamız ne güzel bir haslettir. Mü’min, gecenin sessizliğinde ahireti gözünün önüne getirip ağladığında makamı yüksek insanların yolunda bir iş yapmış olur. Bu bir meziyettir şüphesiz. Islak gözlü olmak, kurumuş göz sahibi olmaktan evladır. Gözlerden akan bir damla yaşın cehennem ateşini söndürecek güçte olduğu öğretilmiştir bize. Böyle iman ediyoruz.
Allah korkusu ile dolup taşan yüreklerin sahipleri farklıdır. Onlar, faninin peşinde olmayı aşmış kimlikleri ile sürekli yükselirler. Onlar yükseldikçe tevazuları artar, heyecanları coşar adeta. Bu hâlleri de onların ıslak gözlerinden, ürperen kalplerinden izlenebilir.
Ağlamak vardır ve bir meziyettir. Buna kimsenin itirazı olmaz. Önümüzde duranlar gözyaşları ile örnekler bırakıp gittiler. Kur’an’ımız onları o hâlleri ile övdü. Allah yolunda infak edecek bir şey bulamadıkları için ağlayanları övdü Kur’an’ımız. Allah korkusundan gözü yaşaran sahabiler rahmetle müjdelendiler. İyilerden olmaya muvaffak oldular.
Fertler olarak seccademizin üzerinde, Kâ’be’nin etrafında, Kur’an rahlemizin başında ağlamaklı oluruz. Günahlarımıza ağlarız, umudumuza ağlarız. O hâller bizim özel hâllerimizdir. Kalbimiz incelir, gözümüz sulanır; bununla da Rabbimizin rahmetini umarız.
Ümmet olarak kendimize baktığımızda ise ağlayan bir ümmet değiliz biz. Hiçbir zaman bizim ağlama zamanımız değildir. Ne geçmişe bakarak ne de gelecekten ürkerek kendimizi salmayız. Umutsuzluğu kapımızdan içeri sokmayız. Yüreklerimiz çaresizlik karşısında dipdiridir.
İşi vaktinden çok bir ümmet olarak yapmamız gerekenler arasında teslim olmuşluk yoktur. Kendimizi salamayız, ne emekli oluruz ne de kendimizi karanlıkta hissederiz. Peygamberimiz öldürüldü diye bir şayia ile karşılaşsak da yıkılmayız; kalkar onun öldürüldüğü yolda öldürülür de yine çaresizliğe teslim olmayız. Oturup ağlamak yerine kalkıp çalışmak, yürüyüp varmak, tutup kaldırmak vardır bizim hedefimizde.
Dün böyle idi kuralımız, bugün de böyledir. Yarın da elbette böyle olacak. Kimse ağladığı kadar kazanmış olmayacak. Zamanlardan hiçbir zaman, ağlamayı ‘iyi bir iş’ yapmamıştır. Gece seccadesinin başında ağlayanlar yaptıklarıyla övünebilirler. İyi iş yapmış da sayılırlar elbette. Onlar için bir hasenattır bu.
Faizin yayılmasına, paranın Müslüman’ın en ağır imtihanı olarak yüzünü gösterdiği bir zamanda parayı faizden ve haramdan arındırmak için ağlayanlar asla iyi bir iş yapmış değildirler. Ümmetin çocuklarının ümmetimize ait olmayan değerlere feda edildiği zamanda, bu duruma kahrolmayı, yapılması gereken bir iş olarak görenler de üzerlerine düşeni yapmış değillerdir. İffetin değer yitirdiği zamanda, yapılması acil olan iş, sadece o iffeti korumak olmalıdır. Onun dışında ne yapılırsa yapılsın ilk yapılması gereken şey değildir. Onu yapan da en iyisini yapmış kişi değildir.
Bugünü anlamak, dün olmayıp bugün olanı yakalamakla mümkündür. Yarına sahip olmak da bugünü anlamakla mümkündür. Bugün beklenen iş matem tutmak, karalara bürünmek olamaz. ‘Kim ne kadar üzülürse o kadar iyi iş yapmış’ sayılamaz. Üzüntüyü içine gömebilen hatta ondan kendine enerji çıkarabilen olmak gerekiyor. Oturup yas tutmak bizim işimiz değildir. Dertleri saymak da işimiz olamaz. Dertleri aşmak işimizdir.
Önümüzde duranlar, uğruna analarını babalarını feda etmeye hazır oldukları biricik Peygamberlerini kaybettiklerinde, oturup matem tutmak yerine, o öldü ise davasını sürdürmek için toplandılar. Acıyı içlerine gömüp davasını sancak yaptılar. Duygusallığın en doğal zamanında gerçekleri idrak ettiler.
Bu ümmet, ağlamayı en çok hak ettiği günde bile ağlamak yerine Üsame’nin ordusunu uğurlamayı tercih etmiş ümmettir. Ağlamak ve ağlamayı çağrıştıran bir eylemi hiç tercih etmemiştir. Ne kadar ağlarsan o kadar değildir metodu, ne kadar çalışırsan, ne kadar cihat edersen vardır defterinde…
Zaman ağlama zamanı değildir. Allah için paraya hükmetme zamanıdır. Çocuklarımızı ve mesul olduklarımızı Allah’a adanmışlığa layık etme zamanıdır. Zaman, direnme ve yıkılmama zamanıdır. Ümmet olarak, en zor zamanlarımızda en dik duruşlarımızı gösterme zamanındayız. Ağlaması gerekenler ise bu şuuru yakalayamayanlardır. Onlar ağlamalıdırlar, ağlanmalıdırlar.
NURETTİN YILDIZ