Ahmet Taştan'ın Köşe Yazısı
Uyandığında güneş ışınları yüzünü ısıtmaya başlamıştı. Üzerinde ağır bir tembellik duygusu bütün hücrelerini esir almıştı. Kalkmak istiyor fakat bir türlü başaramıyordu, alarmı kim bilir kaç defa kapatmıştı.
“Dün neredeydi, bugün nerede” diye düşündü gözüne vuran ışığı eliyle gölgelerken. Yoncalı’ya gitmişlerdi birkaç günlük program için. Sevdiği arkadaşları da yanındaydı ve kamp nedir biliyordu?
Sabah namazına kalkmışlar, koşup cemaatle namaz kılmışlar, namaz sonrasında Yasin-i Şerifler okumuşlar, ilmihalden yine namaz bölümüne göz atmışlar... Sonra teberrüken sohbetler... Derken frizbi ve top ile maçların yapıldığı, akuadan kayıldığı, deve güreşlerinin düzenlendiği hamam/havuz keyfi başlamıştı. Hatta erkeğin avret mahalli konusu açıldığında haşemalar hediye edilmişti.
Bu kısa denilecek üç günlük vakte ne kadar çok şey sığdırmışlardı. “Erken kalkan yol alır ...” atasözünü yaşayarak tecrübe ettiği için bir kez daha hak verdi büyüklerin sözüne.
Şimdi İnegöl’deki evinde, kendine has kral dairesinde/odasında yumuşacık yatağının ortasında gömülmüş gibi bazen mışıl mışıl bazen de horul horul uyuyordu.
Meleklerin dahi şahitlik ettiği sabah namazına kalkamadığının pişmanlığı henüz içine bir ok gibi saplanıp acısını hissetmemişti. Sabah namazını kılamadığında kalbine ok saplanmış gibi hissetmezse (kamil/olgun) iman sahibi değilsin” sözünü sohbette dinlemişti ve çok etkilenmişti. Çünkü uyuyamadığı uykuların hesabını yapıyordu. “Telefon alarmını sabah namazına kurmadıysanız zaten çoktan kaybetmişsiniz” sözünü duyduğunda da çok mahcup olmuştu ama fark ettirmemişti bunu. Adamın biri saat alarmını, telefon alarmını kurmuş ama yeni de sabah namazına kalkamamış, neden? Çünkü kendisini kurmamış yani niyetine girmemiş...
Not defterine yazdığı onca cümleler aklından gitmiş ama namaz ile ilgili cümleler, zihninde bir tabur asker gibi dimdik ayaktaydı. Galiba bir takım değişimler, elindeki telefona rağmen hayatına müdahale etmeye hazırlanacak lakin bundan da rahatsız olmayacaktı.
Kamp, kamptan sonra başlar sözünü iliklerine kadar yaşıyordu kendisi. Arkadaşları da böyle miydi bilmiyordu.
Yoncalı Dübecikler camiin kıble yönüne kalan evi kiralamışlardı. Üç gündür arkadaşlarıyla beraber sohbetler dinliyor, sohbetler anlatıyordu . Havanın sıcaklığı, günün uzunluğu yoğun eğitim çalışması sebebiyle hiç bitmeyecek endişesinin ötesini de yaşadı. Zamanın adeta genişlediğini düşünmüştü ve “ne kadar çok şey yaptık bir gün içinde” diyesi geliyordu.
Tekrar namazla alakalı fıkıh bilgilerini tazelerken yeni öğrendiklerini de zihnine kaydettiğine sevinmişti. Her arkadaşı bir sayfa kadar okuyordu İslam ilmihalinden. Bundan sonra namaza daha dikkat edeceğini sanıyordu. Ama her nedense uyku güçlü ve geniş bir girdap gibi içine çekiyordu.
Hz. Peygamber (sav)’in hayatını bir kitaptan okuyacaktı baştan sona. Bir hafta içinde okuyabilirse belki de takdir edilmiş bir ödülü de kapabilirdi. Telefonlara bakan gözler, kitap satırlarına dokununca kısa devre yaparak kapanıyor ve uyku moduna geçiyordu. Özgür iradesiyle yeni öğrendiği bilgilerin özel hayatını şekillendirmesini istiyordu. “Bilgi insanı değiştirir” kanaatine sahipti. Öğrendikçe değişecek, olgunlaşacak ve Allah’ın razı olduğu bir kul olma çabası içinde yürüyecekti.
Kur’an’ı baştan sona ezberlemiş arkadaşlarının varlığı, büyük bir gıpta duymasına vesile oluyordu. “Allah’ın kendisiyle konuşmasını istediğinde namaz kılacak, kendisinin âlemlerin Rabbi’yle konuşması istediğinde Kur’an-ı Kerim okuyacaktı” artık. Güzel kıraat sahibi hafızların yanında Kur’an tilavet edemeyişi canını sıkıyordu ama bu aşılamayacak bir engel değildi.
Orada öğrendiklerinin en önemlisi hem sorumluluk hem de heyecan veren bilgisi şu olmuştu. Okulundaki arkadaşlarını “Müslüman Gencin Şahsiyet İnşası” üst başlığı altında yapılan dini ve kültürel sohbetlere davet etmek, onlarla samimi vakitler geçirmek hayatının en değerli amaçlarını kavramak.
Modern, çağdaş dünyanın, inancını kuşanmış genç Müslümanlara ihtiyacı olduğunu biliyordu. Fakat bir de her ilim dalında donanımlı olması gerekiyordu. Hiç kimse cahillerin peşinden gitmez, aksine ahlak sahibi, erdemli bilgili insanların yanında olmaktan hoşlanırlardı.
Vaktinde yedikleri yemekleri hatırladı. Açlığını gidermek için abur cubur yemekten de vazgeçmek istiyordu. Bir taraftan, telefonla olan muhabbetinin azalması gerektiğini söyleye söyleye kafasına çakanlara hak veriyordu. Telefon şarjının uzun vakit dayanmasını istiyorsan, kitap okumalısın, cümlesini ilk defa bir kez daha hatırladı.
Bir eline yapışmış gibi duran renkli ve oynak ekranı bir kıyıya bırakacak, sayfalardan oluşan kitaba daha fazla bakacaktı. Hele bir de namazlarını camide kılmayı alışkanlık haline getirirse ondan daha iyisi olamazdı.
Nasıldı o söz: “Kamp, kamp bitince başlar” duyduğu onca söz arasında bir yere kaydetmediği halde hiç unutmamıştı.