Ahmet Taştan'ın Köşe Yazısı

Son yıllarda yapmış olduğu gibi sıcak ve uzun tatil günlerinde çocukların eğlenip spor yaparken Kur’an’ı Kerim okuyacağı, ilmihal ve siyer bilgilerini öğreneceği yaz okulunu tekrar tamamlamıştı.

Sonrasında yorgunluğunu atmak için güzel bir yol bulmuştu. Genellikle tercih edilen deniz kıyısı yerine daha sakin ve mazbut bir yer olan kaplıcalar beldesine gelmişti.

Sıcak suların şifaya vesile olduğu bu beldede seher vaktinin o mükemmel atmosferine karşı duyarsız kalamadı. Elinde kitabıyla kendini sokağa bıraktı. Çocukları eğlendiren oyun sahalarıyla, barbekülerin müsait yerlere serpiştirildiği bu geniş park, akşama doğru kalabalık misafirlerini ağırlıyordu. Fakat o, yani gezerek okumaya mahkum olan adam ise vaktin en sakinini severdi.

Bir gün önce gezerek okuduğu kitabını, şimdi bir bankta okumaya devam ediyordu. Kitabın satırlarında mukîm olan Osmanlıca Farsça kelimeler dikkatini toplaması gerekirken zihin dağınıklığına sebebiyet vermişti. Bir an dikkati uzaklardan gelen köpek havlamalarına, yakın ağaçların dalına konmuş kuşların cik cik seslerine takıldı.

Havanın hafif soğukluğunu teninde hissederken sokaklardaki sessizliği temaşa ediyordu. Kuru havasına meftun olduğu bu güzel beldenin parkında belediye tarafından yapılan düzenlemeler belli belirsiz devam ediyordu.

Dübecikler camiinde sekiz on kişilik bir cemaatle namazını kılmış, Gurabahane-i Laklakan isimli kitabı eline almış, kimselerin olmadığı sokakta kapalı dükkanları, inceleyen bir gözle takip etmişti.

Bu tenha sokaklarda ilgisini çeken şey insanlara zararı olmayan, munis huylu köpek sayısının çokluğuydu. Ünlü bir roman yazarı olsaydı, kaleminin gücüne sığınır köpekleri boyuyla, kilosuyla, tüylerinin renkleriyle, kendi aralarındaki dalaşmalarıyla tek tek yazardı. Fakat şimdi göze takılan gecenin kör karanlığında bile havlayan köpekler değildi sadece huzur dolu bu mekandı.

Yolun kıyısında saf saf  ağaçlar, nasıl bir rahatsızlık vermiyorsa sokağın ortasında, sağında ya da solunda sere serpe uzanmış köpekler de aynı şekilde rahatsız etmiyordu.

Bu köpek havlamaları o bölgenin yabancısı olan köpeğe karşıydı. Çete gibiydi köpek sürüleri. Selamünaleyküm ve aleykümselam...

Bunca köpeğin olduğu yerde değneksiz gezilmez düşüncesiyle saçlarını kırlar düşmüş tecrübeli ve yaşlı bir adamın selamını mukabele etmişti o anda. Güneş, eşyaların boyunu iki mislinden fazla yere serdiği o kutlu vakitte, sokağın öbür ucunda gözündeki mahmurluğu giderememiş insanları gözlüyordu tek tük.  

Bütün insanların evlerinde dinlendiği böyle bir demde sokaklarda, yürüyerek kitap okumanın tadını hiçbir şey de almıyordu. Kendisini farklı görmekten ziyade vaktini boş geçirmediğinin hissiyle mutlu oluyordu. Hayatın anlamı dolu dolu geçirmekte gizliydi belki de.

“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenden” diyen şairin ne demek istediğini ruhunun derinliklerinde hissediyordu. Gecesini ve sabahını değerlendirebilen insanları, hayatı boyunca kıymetli ve değerli görmüştü. Öğrenmenin ve bilgi sahibi olmanın yolu uykuyu kısmaktan geçiyordu. Rahatına düşkün insanların yapabileceği fazla bir şey yoktu.

Bir taraftan sıcak suyla şifa dağıtan hamamların havuzların tadını çıkarıyor  diğer taraftan bilgi deryalarında kulaç atıyordu. Üç dört günlük  bir dinlenme yetecekti ama yürümek ve okumak her daim devam edecekti.