Bugünlerde sıkça duyduğum bir cümle bu düşünülmeden söylenen. Beni sıkan yönü ise cümlenin hakikatinden ziyade kastediği şeyler. Belki de ben öyle düşünüyorum ve aşırı alınganlık yapıyorum, bilemem. Başıma bir bela geldiğinde, hakkımı alamadığımda ya da haksızlığa uğramış birini görünce aynı feryadı basarım belki, onu da bilemem.

Beşerin yapıp ettikleri arasında -kelimenin tam anlamıyla- hangisi doğru acaba? Hangi güzel, iyi ve faydalı olan tam anlamıyla günlük hayatımıza yansır ki? Zaman zaman hatırlattığımız bir hadisinde Peygamberimiz (sav) ne güzel buyurmuş: "La rahate fi'd-dünya" yani neymiş efendim "dünyada rahat yokmuş."

İnsan ruhunun en rahat ettiği iklimler adalet rüzgarının estiği iklimlerdir. Suçun cezasını -tam anlamıyla- bulduğunda insanın gönlü nasıl da mutlu oluyor ve derinden bir "ooohh" çekip "hak ettin sen bunu" diyesi geliyor.

Mutlak adalet zaten bu dünyada olmayacak, olamaz da. Değil mi ki cahil sıfatını taşıyan insandır hüküm veren, eksik kusur olacak. Ancak bu cahil insan doğru rehbere danıştığında meselenin temelde çözüleceğini görecektir. Görse ne olacak ki, birçok engel -çıkar, menfaat, baskı, bizdendir kelimesi gibi- hortlayıverir.

Bazen kendi indi kararlarına uygun bir karar çıkmadığında feryadı basanları görürüz çevremizde. Kendisine yetki verilse bakalım o ne yapacak? Adaleti, yani suçun kanun ve yönetmeliklerde yazılı karşılığını bulabilecekler mi acaba?

Geçenler de internetten bir siyasetçiyi dinliyordum. Mevcut Türkiye'yi kara mizah anlayışı ile tarif ediyordu. İçimden "acaba hangi zamanda yaşıyor, kendi ülkesini hem de geçmişte beraber yönettikleri bu ülkeyi, bu kadar kötülemesi nedendir?" diye geçirdim ve içerledim. "Ah bu tarafgirlik yok mu?" diyeceğim lakin o laf döner bana geri gelir.

Güçlülerin adaleti ile zayıfların adaleti farklı mı acaba? Güçlüler, ellerindeki yetkiyi kullanıp dediklerini yaptırıyorlar. Zayıflar da bu dünyada alamadıkları haklarını ahirete havale ediyorlar. Ellerinden bir şey gelmiyor. Ağaları yok, paşaları yok, vekil tanımazlar, daire amiri akrabası yok... Yok, yok, yok... Sadece iman ettikleri bir Rableri var, O'nun da mahkemesi öbür dünyada.

Bu ülkede adalet yok...

Seçimler de yaklaştı ani bir baskınla. Bu yöneticiler gitsinler, isteniyor. Yerine kimin yönettiği belli olmayan, elini taşın altına koymaktan sakınan insanlar gelsinler/seçilsinler onlar adaleti sağlarlar diye bekleniyor olmalı. "Bu ülkede adalet yok" sözünün masum olduğunu sanmak -ki her şey bağlamında daha iyi anlaşılır- çok safdillik olur.

"Bu dünyada adalet yok" demek daha samimi geliyor. Sözü daha kapsamlı ve yanlış anlaşılmalara mahal vermek isteyenler bundan gayri böyle diyeceklerdir. Bazıları da batıdaki adalet örneklerini sunar orta yere... Biz de İslam'ın baş tacı edildiği Fatih dönemindeki müthiş örneği koyarız ortaya. Lakin hiç biri bugün buradaki derdimiz halletmez.

Biz kendi içimizdeki adalet duygusunu kaybetmeyelim. Adalet, suç olarak bilinenin ne olduğunu bilmekle başlar. Önce olayın isimlendirilmesi gerekir. Yanlış isimlendirme, ilk düğmeyi yanlış ilikleme gibidir. Ona göre düşünülmelidir.

"Bir topluluğa olan düşmanlığınız sizi adaletten saptırmasın" diye buyuran Rabbimiz, kızgınlık ve onun zıddı aşırı muhabbet, adil olmak konusunda insanı zaafa düşürür. Tüm buna rağmen bir tarafın adamı olarak da adil olabilme şansımız vardır.

Geçen akşam muhteşem İmam Hatip Mezunları Futbol Turnuvasında hakemin, kalecinin çizgi dışında topa elle müdahalede bulunması sebebiyle verdiği kararla baraj kuruldu, şut ve gol... Gol yiyen takımın hakeme söylenebilecek kelimeleri siz tahmin edersiniz.

Adaletli bir hakem talebi. Her şey belli iken bile bu oluyorsa varın siz seçimler öncesi kullanılacak kelimeleri düşünün.