İnsan hep hata yapınca düşüncelere dalıyordu. Nerelerde hata yatmıştı da bu haller başına gelmişti. Talih kuşu konsa yakışır dediği başı dertten kurtulmuyordu. Akılsız başın derdini ayaklar çeker atasözünü arada bir hatırlamanın aksine hiç unutmuyordu, unutamıyordu.
Tüm bakışlarını ağyardan özüne çevirdi. Kendini tutmuş olsaydı, biraz da içinde kalsaydı yani her şeyi paylaşmasaydı eşiyle dostuyla daha güzel olacaktı belki. “Her duyduğunu söylemesi kişiye günah olarak yeter” mealinde bir hadis-i şerif okumuştu. Demek ki insan okuduğunu, duyduğunu, gördüğünü “akıl terazisinde” tartacak ve öyle söyleyecek mecliste. “Ağzında bakla ıslanmıyor”, “ne şom ağızlı biri” gibi sıfatların ardından söylensin istemiyorsa insan “bin ölç, bir biç” prensibini çalıştırması gerekiyor.
Aklına hakaret edildiğinde kaldıramıyordu insan. Elinden geldiği dilinin döndüğü kadarıyla ifade etmişti derdini insan, lakin karşılık bulmadığından tatmin etmemişti muhatabını. İnsanın ince damarına basılmıştı. Kendini tutamamış ve muhatabının yüzüne “devamlı böyle davrandığı” haykırınca, vahim sonuçlara kapı aralamıştı.
İnsan için en büyük engel yine kendisidir. Zaaflarının kurbanı olan insan, meziyetlerine güvenmenin ve onları putlaştırmanın (aşırı değer verme) bir zafiyet olduğunu da biliyordu aslında. Bilginin tam vaktinde eyleme dönüşmeme gafletini zaman zaman yaşar ve mağlubiyetini derinden hissederdi.
İnsan, yani ben, yani sen ya da ötekisi… İşte onu anlatan bir hikayesi…
Kendisinden borç istenen şeyh efendi, verememiş istenileni. Çenesi düşük derviş pazarın orta yerinde yummuş gözünü açmış ağzını. “İşte bu şeyhler, böyle böyledirler” gibisinden saymış dökmüş. Şeyhini seven diğer dervişlerden biri, pazarda duyduklarını yememiş içmemiş yetiştirmiş efendisine.
“O borç isteyen adam vardı ya sizin hakkınızda pazar yerinde şöyle şöyle söyledi efendim” der soluk soluğa. Kamil insan müthiş bir cevap verir. “Evladım, o beni bir yıldır tanıyor ve bu kadar kusuru saymış dökmüş, ben kendimi yetmiş yıldır tanıyorum kendi kötülüklerimi saysam daha fazla söylerdim” demiş. Söz taşıyan/nemmam derviş, bir çıkar elde edemeden dönerken kâmil insan “Evladım, o derviş bir ok attı önüme düştü, sen neden onu alıp göğsüme sapladın” diye acı bir nasihat vermiş.
İnsan, kendini kınamalı, insan cehaletinin derinliğini kendi bilir, bilmeli. Başkaları söylediğinde ağrına giden sözleri kendine haykırdığında o kadar rahatsız etmez. Aynanın karşısına geçen kedi, aynada bir aslan görmüş. Ki egosunu tatmin edemeyen çok insan derinden derine kedi gibi görür kendini.
Ormanlı kralı kibirli aslan suda kendi aksini görmüş ürkmüş ve kaçmış ya… Yoksa insan da kendini aslan gibi mi görüyor. Evet, eşref-i mahlûkat yaratılan insanın içine bir damla nefs damlatılmış ve tüm güzelliğine zarar dokunmuş sanki.
Geçinmek bir sanattır. Bir işin sanat olması için zihnî, ruhî ve bedenî büyük zahmetler gerekiyorken zikredilen cümleyi geçiştirmek doğru olmaz. İnsan bu derinlikten mahrum olduğundan hata üstüne hata eder. Fıtrat bambaşka bir fıtratla bir araya geliyor. Sarıyor sarmalıyor, katlanıyor, hoş görüyor veya idare ediyor. Arada müthiş bir bağ var; aşk. Aşk, uzakları yakın ediyor, zorları kolay eyliyor.
Matematik ve fizik bir aşktır diyen öğrenciler nasıl ki derece yapıyor sınavlarda aynen öyle. Aşk varsa geçim de olur, uğruna ölüm de… “Ölen hayvan imiş/Aşıklar ölmez” buyurmuyor mu Yunus Emre. Yaradan ile geçimi yakalamış insan kulları da O’nun hatırına hoş görür. “Rabbimle aram iyi ama kullarla…” diyenler geçiştirmesinler meseleyi. İşin özü hiç de öyle değildir. Bir çırpıda söylediğimiz, refleksvari davranışlarımızla geçiştiremeyiz durumu.
Üzerinde durulduğunda işler yoluna girecektir. İyilik öyle bir şeydir ki kör de görür sağır da işitir, der bir sözde. Aşk olsun yani. Evet, aşk olsun, olabiliyorsa. Duygulardan aşkı seçmeli insan geçim sanatını icra etmek için.
Her yürek kaldıramaz aşkı belki… Bir numara küçüğünü verelim, buyurun “sevgi…” O da büyük gelirse “saygı” ikram edelim. Bunlar üst raflardaki ürünler. Ha bir de “sabır” var, ağır olduğu için aşağıda kalmış. Derdimiz üzüm yemekse problem değil, problemler çözülür. Ancak bağcı ile ilgili düşünceleriniz farklı ise bilin ki her kuşun eti yenmez.
İnsanın geçim yapmak zorunda olduğu kim? Evini-yuvasını cennete dönüştürmeye gelen bembeyaz elbiseli bir huri değil mi? Dışarıya çevrilmiş “an” isimli bir dilimlik bakış bile kusur sayılacak iken onca zamanı yuvadan uzakta geçirmek geçim sanatına hakarettir demek istiyorum, vesselam.