Bir asra yaklaşan ömrünü tamam erdirip ecel kapsından geçtiğinin ardında bir yıl geçti yaşlı babam. Yokluğunu hiç hissetmiyorum desem yalan olur. Yetişkin bir insan olarak yetimliği hissetmedim. Ancak yetimlik meselesi her daim içimi sızlatmıştır.

Neler kaldı bize babamdan? Babamın terekesi nedir? Mirası yüklü müydü?

Aslında babam üç kardeşiyle birlikte yetim kalmış. Anam tam bir Osmanlı kadını idi. Kocaya gitmedi, başımızı bekledi. Dört çocukla bir ömür geçirmiş yaşlı ninem. Ona da yetiştim. Ben yedi yaşımda iken rahmetli olmuştu ninem. Babam hastane mezarlığında işe yeni başlamıştı.

Dedem bizim İclaliye köyünde, Elmaçayır Köyünde imamlık yapmış. Babam, dedemin bir taşın üstüne çıkıp ezan okuduğunu anlatırdı. Genç denecek yaşta hastalanmış, Bursa'da tedavi olurken vefat etmiş.

Yetim kalmışlar, iki amcam ve bir halamla. "Küçüktük" derdi. "Köyde çobanlık yaptık. Beş kuruşa hayvan güttük pahalı geldi millete, üç kuruşa indirdiler, onu da alamadım" derdi. Yokluk ve yetimliğin nelere mal olduğunu anlatmak istiyordu.

Evliliği konusunda... Bir amca camiden çıkışta ona evlenmekten bahsedince "bize kim kız verir ki" demiş. O amca da "siz kız bulursunuz da biz bulamayız, siz Celal Hocanın torunlarısınız" demiş. Bir yetimlik hissine daha şahit oluyordum. Kız istemeye yüzü bir olmadığını düşünürmüş genç bir adamken.

Oduna gittiğinden bahsederdi. Uzak beldelere yatak yorganı yüklenerek çalışmaya gittiklerini de anlatırdı. Bıçkı çalıştırdıklarını, beceremediklerinden söz açardı. Dedemin, amcamla birlikte aynı gün (yani doğum günlerini aynı yazdırdığını) nüfus kağıdını çıkardığını; yolda biriyle karşılaşan hoca dedem şehirdeki işinden bahsetmiş. O amca da "yanlış yapmışsın hocam, senin çocukları aynı günde askere çağırırlar" deyince geri dönüp çocukların doğumlarını farklı yazdırdığını anlatırdı.

Anlatırdı, anlatırdı, anlatırdı...

Neden böyle söylüyorum. Aklımın kestiği kırk yıldır her fırsatta yüzlerce kez dinlemişim bu anlatılanları. Yaşlılar eskiden öğrendiklerini ve yaşadıklarını unutmazlar ve yeri geldiğinde taşı gediğine korlar.

"Nasılsın?" diye sorana, "İyiyiz hamdolsun. O kadar iyiyiz ki leşimizi süründürüyoruz" der ve eklerdi "bu günümüze şükürler olsun." Ondan sonra gelsin muhabbet. "Sana bir şey öğreteceğim ama bunu bedava anlatma" der klasik bir hikayelerden birine başlardı.

Lakin benim yüreğime dokunan hikayelerinin başında askerlik hatıraları gelir. Askere gitmekten bahsedince "kim bilir nerede geberip gideriz" derdi. Garipliği ciğerinden hissetmiş biriydi. "Ne ileri git ne geride kal" diye nasihat ederdi. Hırs yoktu, kanaat hakimdi onda. Varken varmış gibi olurdu asla tutumluluğu elden bırakmazdı. Yoklukla büyüttü bizleri. Bir şey istediğimiz de yok derdi. Buna rağmen beni okul gezilerine hatta İmam Hatipte okurken umreye bile göndermişti.

Sevincini belli etmez, işten güçten başını kaldırmazdı. Bir iş, her vakit köşede onu beklerdi. Kendi yağı ile kavrulmayı bilmişti. Hacca gitmeyi hiç düşünmemiş ve "hac kapıda, hac kapıda" der, bir yoksula yardım ettin mi hac sevabı olacağını umardı. Burada bile yetimliğin gölgesinin izleri vardı.

Askerdeki bir hatırasını hep dikkatimi çekerdi. Duygulandım diyemez, onu bilmez. "Burnumun direği sızladı" derdi. Bir içtimada (meydanda tüm askerin toplanması) flamayı eğri tutan bir askere rütbelinin biri çok kötü sövmüş. İçtimadan sonra yazıhaneye geçince rütbeli, asker de yazıhaneye girmiş. "Az önce ne diyordunuz, bir daha deyin" demiş. Rütbeli de tekrarlamış. Yazıcıya "yaz bunları" demiş, yazıcının yazdığı kağıdın altına imza da attırmış. Sonra silahını çıkarıp rütbeliyi vurmuş. Dışarı çıkıp "bir leş vurdum, alın" demiş ve ardından "ben buraya vatan borcumu ödemeye geldim. Anama karıma, sövdürmeye gelmedim" demiş. Bundan çok etkilenmiş babam.

Ayrıca meşhur Abdurrahman Tardo isimde bir komutan varmış. "Askere yapın demezdi, yapalım. Burayı bir temizleyelim" derdi, diye anlatırdı. O komutanı çok sever sayardı. Allah hepinse rahmet eylesin.

Babam beni bu askerlik anıları ile yetiştirdi. Ben de onları askerlik yaparken bol bol anlattım. Okuma yazması olmayan yetim bir Anadolu insanının garip, sessiz geçmiş hayatını bu kadarla bitiremeyiz. Her sene-i devriyesinde onu bir kez daha anıp eksik kalan hatıraları yaz ederiz.(inşallah) Lakin onu dinç tutan hayat düsturunu açıklayayım ve bitireyim.

Ayağını sıcak tut, başını serin

Kendine bir iş bul, düşünme derin.