Psikolojide 'Stokholm sendromu' diye adlandırılan bir durum vardır. İsmini 1973 yılında İsveç'in başkenti Stokholm'de yaşanan bir olaydan alıyor.

Banka soyguncusu tarafından altı gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır.

Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmaz, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler.

Ben siyasetçilerde de Stokholm sendromunun olduğuna inanmaya başladım bu aralar.

Özellikle de son dönemde. Kendisini 30 yıldır rehin alan, hakareti en üst telden çalan, umresinden, arabasına, zekasına kadar giydirdikçe giydirenlerle duygusal bağ kuran siyasiler var.

"Kendisini hiç sevmem, zerre kadar güvenmem. Aklında 50 tane tilki dolaşır" diyenlere ellerinde çiçekler, kapısında sırılsıklam görünce şaşırmayacağımız ilçe başkanları mesela...

Sonra 'Cumhurbaşkanı olacağımı bilsem de barışmam' sözünü unutup; hatta daha ileri gidip nedense onca küfür ve hakaret karşısında -utanmadan- gazeteciliği öğrenmemiz için o şahısları bizlere örnek gösteren Belediye Başkanları...

Bir akıl tutulması yaşıyorum bu aralar.

Hayretler içerisinde kalmamak için çok uğraş veriyorum ama olmuyor.

Git gide inandırıcılığını kaybetmeye başlayan bu siyasilerin sanırım bilgisayar diliyle format atılmaya, cep telefonu diliyle de fabrika ayarlarına dönmeye ihtiyaçları var.

Zira bir insan bu kadar özünden, sözünden dönemez...

.