Her Cuma günü okuldan sonra gelmeye karar verdiği bu mekanda, gönlüne dolacak ulvi hislere kapılarını ardına kadar açmıştı genç kız. Sevdiği komşu ablası tarafından kendisi ikna edici tüm cümlelerle davet edilmişti. Okulların açıldığı ilk haftaydı, yorulmuştu bedeni onca dersten sonra. Ancak bir saat daha ders işlemiş olmak gibi kabul edince, neden olmasındı. Böyle konularda evden izin almak çok da zor olmazdı.

Derneğin kapısından geçerken kapının üzerinden yazan İHMED yazısı gözüne ilişti. Kırmızı branda üzerine beyaz harflerle yazılmış amblemin içini dikkatlice okudu: İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği, 2002 yazıyordu. Dükkanın camlarında batan güneş manzarasının içine yerleştirilmiş ambleminin altında daha önce bildiğini anımsadığı meşhur bir şiirden dizeler yazılmıştı.

Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden

Senin de destanını okuyalım ezberden

Haberin yok gibidir taşıdığın değerden

Elde sensin dilde sen gönüldesin baştasın

Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın

Arif Nihat Asya'nın etkilenmişti okuduklarından. O hislerle geçti içeri cümle kapısından. Ayakkabılarını rafa yerleştirirken verilen selamı aldı ince sesiyle. Tebessüm dolu bir sima ona "hoş geldin" dedi ve ekledi "ne iyi ettin de geldin, beni sevindirdiğin gibi Allah da seni sevindirsin" duasıyla adımladı kırmızı halıyı. Öndeki sehpanın kıyısından sıyrılarak önce çantasını bıraktı sonra da kendisi oturdu.

Salondakiler birbirine selam veriyor, hal hatır soruyordu mutluluk dolu seslerle. Herkeste fark edilen bir terbiye hakimdi. Bu ortama geldiğine sıkılmamıştı. Biraz sonra neler olacağını da pek merak etmiyordu. Teneffüslerde peşini bırakmayan komşu ablası her şeyi açıklamıştı. Bir edebiyat öğretmeni gelecek, cam masanın ardındaki sandalyeye oturacak ve dilinin döndüğü kadar Efendimiz (sav)'in güzide sözlerini okuyacaktı.

İşte o da geldi. Önde eşi, ardında kendisi... Selam verdi, hep birlikte alındı selam: "ve aleyküm selam" önünde iki hadis kitabı duruyordu.: Riyazü's Salihin (Salihlerin bahçesi) ile Rudani'nin Büyük Hadis Külliyatı'nın birinci cildi. Elindeki kaynakları göstererek kitapla tanıştırması çok hoşuna gitmişti genç kızın. Lakin o kitapların kapaklarını açmadı edebiyatçı.

"Bugün yeni bir başlangıç yapıyoruz" dedi. "Yeniden, Müslüman oluyormuşuz gibi düşünelim kendimizi. Hayatımızın belli dönemlerinde inanarak, bir Hz. Ebu Bekir gibi, bir Hz. Ömer gibi yeniden, yeniden iman edelim" dedi ve genç kız artık cümleleri onun sesini dinler gibi anlatıyordu:

"Men kale: Lailahe illallah" dahalel cenneh" buyuruyor Peygamberimiz (sav). Ne diyor biliyorsunuz. Kim "Allah'tan başka ilah yoktur" derse cennete girer. Tabi kuru bir ifade olarak dil ucu ile telaffuz edilmesini kastetmiyor. Sahabe Efendilerimiz (ra) bu cümleyi söylemenin ne anlama geldiğini bildiler ve hakkını verdiler. Ebu Cehiller dahi manasını biliyorlardı ve o zalimler de inadına inkar ettiler.

Bu cümleyi anlayarak söylemek durumundayız. Tekrar tekrar söylesek anlamını bilmeden pek bir şey ifade etmez. Mekke'nin kızgın çöl kumları üzerinde bu kelimeyi söyleyen Hz. Bilal'e bakarsak, gözleri önünde annesi hunharca şehit edilen Ammar bin Yasir'e bakarsak, ne anlama geldiğini daha iyi anlarız. Her bir sahabe bu sözü söylemenin bedelini hücrelerine kadar hissetmiştir.

"Allah'tan başka ilah yoktur." İlah, İslami ıstılahta şu anlamlara gelir: "Otorite sahibi, kanun koyan, ibadet edilen, rızık veren, hesaba çeken, kendisine ihtiyaç duyulan." İlahlık ve otorite birbirini gerektirir. İlah denildiğinde, aklımıza, hayatımız için kanun koyan, nizam ve hukuk belirleyen ve hakimiyet sahibi ALLAH (c.c.) gelmelidir.

Bu kitabi bilginin yanında ona iman etmek gerekir. İman nedir? İnanmak, güvenmek demektir. Sözlükte bir şeye tereddütsüz inanmak ve kesin olarak içten bağlanmak demektir. Güven duyduğumuz insanlara bağlanırız. Bilgi ile inanmak, anlamını bilerek, önünü ardını fark ederek sonuçlarına katlanarak, gereklerini yerine getirerek inanmak.

Genç kız, kalbinin hızla attığını fark etmişti. Kendisini en büyük amellere bile iteklemeyen bir iman sahibi olduğunu düşündü birçok akranı gibi. Televizyondaki bir dizinin, arkadaşlarla boş muhabbetlerin, küçük bir alışverişin kendisini nasıl namazdan alıkoyduğunu düşündü. Uzun zamandır kalbinin tortulaştığını ancak böyle konuşmaları dinledikçe gönlünün genişleyeceğini fark etti. Yeniden iman etmeliydi. Bunca yıldır bildiklerini daha yüksek bir bilinçle yeniden düşünmeliydi.

Tepside sunulan çayları ve sehpanın üzerindeki ikramları da insanın canı çekiyordu. Hiç yiyesi yoktu, zira sohbetin oluşturduğu manevi iklim çoktan bürümüştü ruhunu.