Ahmet Taştan yazdı

İnsan bir şey yazmak istemediği halde, bunu yapmak zorunda kaldığında, kendini biraz samimiyetsiz hissediyor. Yazdıklarının hakkını vermek, başlığı altında düşündüğünde neler tasarlayabilir onu da tam olarak kestiremiyorum.

Geçen hafta okumuş olduğum bir kitaptan bahsedeyim istiyorum, sonra vazgeçiyorum. Ardından Filistin ve Gazze olayları sebebiyle Müslüman olan ve gözyaşları içinde kelime-i şehadete getiren insanları anlatayım diyorum, ondan da vazgeçiyorum.

İnsanların ilgisini çekecek hangi konuyu, nasıl ele alacağımı bilmiyorum şu anda.  Yazar kişi okurların ilgi alanlarına göre yazma çabasına düştüğünde farkında olmadan tehlikeli bir yola sapmış demektir. Okumuştum bu manayı bir cümle içinde. Öğrencilerime de siz kendi düşüncelerinizi yazınız. “Öğretmen buna ne der?” diye düşünmeyiniz. Yoksa öbür türlü el alem ne der bataklığına düştünüz  mü, kendi yürüyüşünüzü bile unutabilirsin.

Dün akşam bir yazı tasarlamıştım hem de bir ders kitabına girecek kalitedeydi. Ya da ben böyle  olduğunu tahmin ediyordum. Lakin teknolojinin gadrına uğradık. Aklımda kaldığı kadarıyla derdimi anlatmaya çalışayım:

İkinci dönem Klasik Ahlak Metinleri diye bir ders verdiler. Seçmeli ders olarak tespit edilmiş ve sadece üniversiteye çalışma saati olarak ayarlanmış 4. dereceden basit b ders.  Kitabı bile yok. Elinize pimi çekilmiş bir el bombası verseler ne yaparsınız. Telaş ve heyecan ile eliniz ayağınız dolaşabilir değil mi?

Lakin beni bir düşünce aldı... Bu dersi koyanlar, acaba ne için böyle bir ders tasarlamışlar? Bunun özel bir amacı var mıdır? “Niyet hayır” akıbet hayır” derler ya o çerçeveden baktığımızda klasik ahlak metinleri isimli dersin acaba niyeti nedir?

Sadece yazılmış metinleri okuyup geçmek mi yoksa burada anlatılmak isteneni kavrayıp bilginin gücüne dayanarak öğrencileri, ahlaki konulara yönlendirmek mi? Kaynak kitaplar olarak belirlenmiş mutasavvıfların edebi eser mahiyetine yazdıklarını okuyacaksak eğer amaç daha belirgin bir hale gelir, diye düşündüm.

Klasik, dendiğinde daha çok eskiden ola gelmiş, belli kural ve kaideleri bulunan bir kültür bütünü aklıma gelir.  Ahlak kelimesine, gelince onun da onlarca değişik açılardan tanımı ile karşı karşıya kalabiliriz. O zaman Klasik Ahlak Metinleri eski zamanlarda özellikle dinî ve millî Kural kaide ile biçimlenmiş ahlak kurallarını içerir.

Lakin bu zamanda özgürlük, bireysellik hatta modernizm ya da bu çağda olur mu, gibi kavramlarla şekillenmiş düşünce ikliminde nasıl anlatacağımızı tasarlamamız lazım. Dikkat çekmeyecek kadar eski olanları, güncelle taşıyacak bir dil yakalamak lazım diye düşündüm.

Edebi metin deyince aklıma Kur’an’dan daha kuvvetli sanatsal bir metin gelmez. Bir de Arap dilinin en belağatlï üslubuyla bize hakikati anlatan Peygamber Efendimizin sözleri, rehber olabilir diye düşündüm. Dolayısıyla böyle bir dersi önce mantığını kavramak sonra da inanç üzerine oturtup çağın en temel ihtiyacı sağlıklı ve kaliteli hayat yaşamanın sembolü olarak anlatmak lazım.

İnsanoğlunun etkilenebilir kabiliyetini de hesaba katarak teşvik edici sözlerle, güzel ahlaka kapı aralamak; bütün baskıcı ve çıkarcı anlayışlara rağmen dürüstlüğü ve iyi insan olmayı kabullendirebilirsek bir arpa boyu yol gidilir mi bilmiyorum.

“İnanmıyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin” ayetine muhatap olmuş bir peygamberin ümmeti olarak, gençlerin bu bilgilerle muhatap olduktan sonra gevşek davranması üzülmeye vesile olacak bir duruma dönüşebilir.

Bakalım bu yoldaki çabalarımız bize neler getirecek. Klasik Ahlak Metinlerini okuyup istifade edebileceğimiz bir hal oluşacak mı?