Sevda ÇEVİK yazdı
Sene 2024, Ramazanın esintilerinin ılık ılık yüzümüze değdiği zaman dilimindeyiz. Rahmet Elçisi’ne “ Oku” emrinin geldiği, ilahi kitabımız Kuran-ı Kerim’in ayetlerinin nurunun kâinatı aydınlattığı o gecenin hani bin aydan hayırlı gecenin saklandığı 11 ayın sultanına kavuşmaya ramak kaldı. Muhammed-ül Emin’e 40 yaşında, Hira Nur Dağı’nda gelen vahiy meleği, “oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku!” diye başlamıştı hitabına.
Rabbimiz son Elçisine, ümmi olmasına rağmen okumasını emretmişti. Oku, ama neyi, nasıl? Okumanın sadece kitaptan ibaret olmadığını, kâinat kitabının ve kendimizi okumanın öneminin olduğunu anlamak gerekti. Zira anlamak için doğru ve dikkatli bakmak ve görmek şarttı.
Cahiliyenin karanlığına hikmetle bakan Rahmet Elçisi, nuru ile ışık saçmaya başlamıştı. Kuran’ın ayetlerinden aldığı güzelliği kâinata, insanlığa bir sanatkâr gibi ince ince işlemişti. 23 sene boyunca ilmek ilmek sabır, gayret, azimle çevirmişti cahiliyeyi asr-ı saadete.
Kendi çocuklarını diri diri toprağa gömen zihniyeti, ayağına hal hal takarak bir böceği incitmekten hayâ eden sahabeye döndürmüştü… Rabbimizin kelamını sadece okumakla kalmamıştı müminler, anlamış, aktarmış ve yaşamışlardı. Çünkü rehberleri yaşayan bir Kuran’dı.
Şimdilerde ahir zaman müminleri olan bizler idrak edeceğiz Kuran ayı ramazanı. Mübarek ay yine rahmeti, bereketi, nuru ile gelecek dünyaya. Ancak merak ediyorum müminler olarak onu ruhumuzda hissedebilecek miyiz? Sahi Kuran ayetleri kalbimize, ruhumuza, inecek mi Kadir gecesinde? Oku, emrinin neresindeyiz acaba?
“ Müminler ancak kardeştir…” ayetinin ne kadarını kavradı aklımız mesela? “Komşusu açken tok yatan bizden değildir”, diyen peygamberimizin mesajını anlayabildik mi?
“ Doğudakinin ayağına diken batsa batıdaki olarak canımız yandı mı cidden? İftar sofralarımızda yetim ve ihtiyaç sahiplerini ağırlamamız gerekirken, gösteriş dolu yemekler mi döndü davetlerimiz?
İftarlarımız, oruç ibadetinin zirvesi olacakken İftar değil de israf sofralarına mı çevrildi yoksa? Orucumuz sadece diyet yapar gibi fiziki bir açlıktan mı ibaret? Oysa irademize, nefsimize sahip çıkmamız gerekmez miydi? Anladık mı gerçekten açı- açıkta olanı, darda olanı, empati kurabildik mi?
11 ayda bir gelen mübarek zaman diliminin kadrini kıymetini bilebildik mi? Oysa o çok değerli bir misafir değil miydi? Biri bine çıkaran, içinde ömre bedel bir gece barındıran, paha biçilmez bir misafir…
Şimdilerde Filistin’de, Doğu Türkistan’da kendimizden bir parça olan kardeşlerimiz can çekişirken, akla gelmeyecek zulümler altında inlerken ve açlık onların rutini olmuşken ümmet olarak biz neredeyiz acaba? Rabbimizin ayetlerini idrak edebildik mi gerçekten…
Ramazan rahmeti ile gelecek tüm kâinata, “Samanyolunda bir ziyafet sofrası “ kurulacak Sezai Karakoç’un deyimiyle, biz neresinde olacağız? Öz eleştiri yapıp nefsimizi hesaba çekmemizin zamanı geldi de geçiyor bile.
Belki hakiki bir ümmet olma bilincine kavuşursak, o zaman mübarek ayın ruhu saracak tüm dünyayı, işte o zaman iftarlarımız daha da anlamlı olacak. Bayramımız, kardeşlerimizin canının yanmadığı, özgürlüğüne kavuştuğu vakit bayram olacak!