Özer Yılmaz yazdı
İnsanoğlu sosyal bir varlık olduğu kadar anti sosyal özellikleri de içinde barındıran bir varlık. Bireyler sosyal yaşamını, içinde bulunduğu ortamın özelliklerine göre şekillendirme eğilimini yeğlemişlerdir.
Sosyal yaşamını, bulunduğu toplumun eğilimine göre şekillendiremeyenler ya mahalle baskısına maruz kalmak suretiyle ya da anti sosyal kişilik geliştirerek hayatını idame etme yöntemlerinden birisini tercih etmişlerdir.
Sosyal yaşamın içinde olmak birey için çok kıymetli bir olgudur. Bu olgu sosyal yaşamın zenginliğini, mutluluk hormonu olarak bireylerin zihinlerine zerk edebilmekte.
Zihinlere zerk edilen mutluluk hormonları, bireylerin psikolojilerinin sağlıklı işlemesinde katalizörlük etkisi oluşturmakta. Her olumlu ya da olumsuz olayın arkasında hem toplumsal hem de bireysel psikolojinin yattığını söylemek yanlış bir yargı olmayacaktır.
Toplumsal yargılar ve algılar bireylerin bulunduğu grupların değer yargılarına göre değişiklik gösterebilmekte. Bu değişim grubun değer yargılarıyla örtüşmediği zaman ötekileştirme ve mahalle baskısını birey her zaman üzerinde hissedebilmekte.
Bu baskıyı baskılamak ya da onunla baş edebilecek psikolojik ve sosyolojik alt yapısı olan bireyler grubun değer yargılarına aldırmadan kendi bildiğini kendi değer yargılarıyla yaşamak için mücadele etme cesaretini gösterebilmekte.
Bazen bu mücadeleyi sürdüremeyen bireyler, toplum içine anti sosyal kişi olarak çıkabiliyor ama bunların sayısının yok denecek kadar az olduğu söylenebilir.
İnsan, sosyal varlık olması hasebiyle her ne kadar kendi kendine yeterli olduğuna inansa bile bazı temel yaşam becerilerine bağlı ihtiyaçlarını diğer bireyler ile iletişime geçerek karşılayabilmekte Bu durum kültürümüzde, ‘Komşu komşunun külüne muhtaçtır.’ sözüyle açıklanmakta.
İnsanın sosyal varlık olması, başkasının külüne muhtaç olması demek iletişim içinde olduğu bireylerle her şeyi tamamen aynı düşünmek ve sahip olduğu değerlerin de aynı olması sonucunu çıkarmak doğru sonuçlara insanları götürmeyebilir. Bununla birlikte unutmamak gerekir ki her birey özünde özeldir ve biriciktir.
Bireyin özel ve biricik olması mahalle baskısı nedeniyle dâhil olduğu grubun değerlerini tamamen benimsemese de birçoğunu benimsediğini karşı tarafa hissettirmesi gerekebilir. Aynı değerleri paylaştığını karşı tarafa hissettiremediği zaman o grubun üyesi olarak kendisine grup içinde yer bulması çok da mümkün görünmüyor.
Sosyal yaşamın içinde grubun değerlerinin yanında bireysel değerler de çok kıymetli. Arkadaş, komşu ya da akraba olarak benimsenen bireylerle hasbihal edildiğinde bu grubun değerlerini birebir benimsemek gerekebilir. Benimsenen değerler için birey kendi içinde kırmızıçizgi çekebilir.
Çekilen kırmızıçizgi; toplumsal davranış biçiminin ya da sosyal yaşam biçiminin etkilenme durumuna bağlı olabilir. Oysaki bireyler birdir, tektir ve özeldir. Arkadaş da olsa samimi komşu da olsa ya da çok yakını biri de olsa küslüğün ortaklığı olmaz. Küslüğün ortaklığı içinde bulunmak öyle çıkılmaz bir hal alır ki birey en yakını insan ile bile iletişimini koparabilir.