Endokrinoloji ve İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Emre Bozkırlı, Türkiye’de nüfusun yüzde 14’ünde rastlanan diyabetin görme kaybı, felç, kalp krizi ve uzuv kaybına yol açabileceğini belirterek, erken tanının önemini vurguladı. Prof. Dr. Bozkırlı, yaygın kanının aksine diyabet hastalarının yemeyip içmemesi değil, hastalıklarına uygun şekilde beslenmeleri gerektiğine dikkat çekti.

Acıbadem Adana Hastanesi Endokrinoloji ve İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Emre Bozkırlı, diyabet, halk arasındaki adıyla şeker hastalığını “Pankreasın vücut için yeterli miktarda insülin üretememesi ya da ürettiği insülinin vücut tarafından etkili bir şekilde kullanılamaması sonucunda ortaya çıkan, yüksek kan şekeri ile seyreden, kronik ve ilerleyici bir hastalık” olarak tanımladı. Prof. Dr. Bozkırlı, diyabetin yaşam boyu sürmesi ve başta gözler, böbrekler, kalp-damar sistemi gibi hayati organlarda neden olabildiği kalıcı hasarlar nedeniyle hastanın yanı sıra ailesini, çevresini ve hatta ülkesini etkileyebilen ciddi bir halk sağlığı problemi olduğunu ifade etti. Bozkırlı, Türkiye’de nüfusun yüzde 14’ünü oluşturan 9 milyon kişiyi etkileyen diyabetin yeme-içme ve hareket alışkanlıklarındaki değişime bağlı olarak giderek artmasının öngörüldüğünü belirtti. Hastalığın temel belirtilerini halsizlik, yorgunluk hissi, ağız kuruluğu, çok su içme, çok idrara çıkma, hızlı ve istemsiz kilo kaybı, bulanık görme, ayaklarda yanma, batma, uyuşma ve karıncalanma şeklinde rahatsızlık hissi, yaraların normalden daha geç iyileşmesi, cinsel işlev bozuklukları, ciltte kuruluk ve kaşıntı olarak sıralayan Prof. Dr. Bozkırlı, “Hastalık ne kadar erken tespit edilirse bu hasarlar o düzeyde önlenebilmekte, tanıda ne kadar geç kalınırsa vücutta o kadar fazla kalıcı hasara neden olmaktadır” dedi.

“Tanı sırasında şikayet görülmeyebilir”

Prof. Dr. Bozkırlı, özellikle erişkinlerde görülen diyabet türü olarak bilinen Tip 2 Diyabet’in kilo fazlalığı ile paralel seyrettiğini, obez olan veya kilo fazlalığı bulunan, bel çevresi kalınlığı kadınlarda 80 cm, erkeklerde 90 cm üzerinde olan bireyler, doymuş yağlardan, karbonhidratlardan zengin ve posa miktarı düşük beslenme alışkanlığı olanlar, hareketsiz yaşam tarzı olan, birinci dereceden akrabalarında diyabet öyküsü bulunanlar, dört kilogram üzerinde iri bebek doğurma öyküsü olan veya gebelik şekeri tanısı almış kadınlar, yüksek tansiyon, kan yağlarında yükseklik veya aterosklerotik damar hastalığı bulunan hastalar, daha önce açlık şekeri sınırda yüksek bulunmuş (100-125 mg/dL) kişiler, polikistik over sendromu öyküsü olan kadınlar ve başta kortizonlu ilaçlar gibi bir takım ilaçları kullanan hastaların diyabet gelişimi yönünden yüksek risk altında olduğunu anlattı. Hastaların bir kısmında tanı anında hiçbir şikayet görülmediğine dikkat çeken Bozkırlı, bu nedenle yüksek risk grubunda bulunan kişilerin düzenli kan şekeri kontrollerini yaptırmaları gerektiğini söyledi.

“Görme kaybı, felç, kalp krizi ve uzuv kaybına yol açabilir”

Prof. Dr. Bozkırlı, kan şekeri yüksek seyreden hastalarda göz dibindeki damarlarda kanamaya bağlı görme kaybı, beyni besleyen atardamarlarda tıkanıklık sonucu felçlik durumu, kalbi besleyen koroner damarlarda tıkanıklık zemininde kalp krizi, böbreklerde etkilenmeye bağlı olarak böbrek yetmezliği gelişimi, diyaliz ihtiyacı ve ayaklarda uzuv kaybına neden olabilecek ciddiyette yaralar görülebildiğini dile getirdi. Bozkırlı, bütün bu durumların olmadan önlenebilmesi ve olmuş hastalarda tedavisinin sağlanabilmesi için temel şartın bu konuda deneyimli bir hekimin kontrolünde kan şekeri kontrolü olduğunu sözlerine ekledi.

Tedavinin temelinde toplumda farkındalık oluşturulması ve hastaların diyabet konusunda eğitiminin yer aldığını vurgulayan Prof. Dr. Bozkırlı, tedavinin olmazsa olmazlarının hastalığa uygun şekilde "sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz alışkanlığının kazanılması” gibi yaşam tarzı değişiklikleri olduğunu söyledi.

“Tedavi kişiye özel olmalıdır”

Halk arasındaki yaygın kanının aksine diyabet hastalarının yemeyip içmemesi değil, hastalıklarına uygun şekilde beslenmelerinin önemli olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Bozkırlı şunları ifade etti:

“Bunların haricinde hastanın özelliklerine uygun olarak hap tedavileri ve enjeksiyon şeklinde uygulanan tedaviler bulunmaktadır. İlaç tedavilerinin en önemli özelliklerinden biri tedavinin hastaya özgü olması zorunluluğudur. Tüm hastalara doktor kontrolünde yaşı, cinsiyeti, eşlik eden hastalıkları, böbrek, karaciğer fonksiyonlarının durumu gibi birçok faktör göz önünde bulundurularak ‘kişiye özel’ bir tedavi düzenlenmelidir. Diyabet bir ‘düzenli kontrol hastalığı’ olup, hastaların düzenli kan şekeri kontrolleri yapılmalı ve hastalar düzenli olarak muhtemel organ etkilenmeleri yönünden değerlendirilmelidir. Erken tanı almış, organ hasarları gelişmemiş, düzenli kontrolleri yapılan ve kan şekerleri kontrol altında seyreden hastalarda sonuçlar yüz güldürücüdür.”

Kaynak: