Türk sözlü edebiyatında önemli bir yere sahip masallarımızı, tek kişilik tiyatro oyunu sergileyerek anlatan Meddahlar, Doğu Anadolu Bölgesinde özellikle de Erzurum ve Kars illerin de yıllarca kuşaktan kuşağa devam eden kültürel bir mirasçı olmuşlardır.

Masal anlatıcıları yani meddahlar uzun geçen kış gecelerinde, radyo ve özellikle de televizyonun olmadığı, insanların toplanıp sohbetler ettiği kahvehaneler de,  nesilden nesile ulaşan yörenin efsanevi kahramanların dan oluşan hikayelerini; adeta bir tiyatro sanatçısı edasıyla, ellerinde masal kahramanlarının kıyafetlerinin tarif etmek için kullandıkları bir mendil, bazen at yerine bazen silah bazen baston olarak kullandıkları bir sopayla ve sahne yerine kullandıkları sandalye yeterliymiş onların sanatlarını icra etmeye.  Hergün akşam aynı saatte, genelde yatsı namazları kılındıktan sonra.

İnsanlar toplanmaya başlar, çaylar servis edilir merakla beklenen Meddah gelir oturduğu sandalyeden, herkesin göreceği bir yerden başlar masalını anlatmaya. İnsanlar hayranlıkla dikkatlice izlerler Meddahı. Meddah orada ki kalabalıktan birine bazen görev verir, bazen bir soru sorar, yani herkes oyunun bir parçasıdır aslında. Senaryo yok, masal kitabı yok, doğaçlama olarak oynadığı tiyotro oyunu eşliğinde anlatır masalını. Kah güldürür, kah hüzünlendirir, kah düşündürür ama mutlaka ana temayı izleyiciye nakşettirir.

Televizyonun önce kahvehanelere daha sonrada tüm evlere girmesiyle meddah oyunları artık rağbet görmemeye başlamış. Meddahlarımızın sayıları zamanla azalmış ve meddahlıkta tarihin tozlu raflarına kaldırılmıştır. Meddah’lardan dinlenilen hikayelerimizden ninelerimiz, dedelerimiz, annelerimiz ve babalarımız sayesinde nasibimizi alsak da,  geçmişte olduğu şekilde kalabalıklar eşliğinde tiyatro izler gibi izlenilen şeklini göremedik tabiki.

 Son meddahlarımızdan Behçet Mahir’ den bahsedelim. 1919 da Erzurum da doğmuş 10 yaşın da gördüğü bir rüyayla, Aşık Süryani tarafından anlatma yetisi verilmiş, yıllarca ustası hafız Muktat’ ın yanında çıraklık yapmış, bildiği her şeyi ondan öğrenmiştir. Okuma yazma bilmeyen Behçet Mahir, en çok Köroğlu Destanı’nı anlatmış olsa da birçok hikayeyi, ustasından dinlemiş ve öğrenmiştir.

    (1919-1988) yıllarında yaşamış, son kültür elçimizin keşfedilmesi;  Atatürk Üniversitesi’nin kuruluş yıllarında Fen Edebiyat fakültesi Dekanı olarak atanan (1958-1960) Prof. Mehmet Kaplan tarafından gerçekleşmiştir. Mehmet Kaplan hocamız İstanbul Üniversitesi’nden Erzurum’a Fen Edebiyat Fakültesini kurmak için gitmiştir. Erzurum kültürünü de çok merak etmektedir.

Mehmet Kaplan, Behçet Mahir’i dinlemeye kahvehaneye gider ve onda ki halk edebiyatını zenginliğini keşfeder. Mehmet Kaplan, Behçet Mahir’i yanına odacı olarak aldırır. Anlattığı her bir hikaye ses kayıt aletleriyle kayıt altına alınır.

Mehmet Kaplan ve asistanları günler, aylar ve yıllar süren Behçet Mahir çalışmalarına böylelikle başlarlar. Anlattığı her bir hikaye kayıt altına alınır, bilim insanları tarafından tüm yönleriyle araştırılır, kısacası Behçet Mahir Türk edebiyatına ışık olur. Çalışmalar sonucun da 1970’de 1000 Temel Eser kategorisine alınan, Köroğlu Destanı Behçet Mahir Rivayeti, bazı aksaklıklar sebebiyle 1973 yılında basımı yapılabilmiştir.

Behçet Mahir’in anlattığı Köroğlu Destanı’ndan,  Köroğlu ile Kiziroğlu arasındaki kardeşliği ne güzel de anlatmış;

 “Bu sebepte o ki bir kardeşiz vatanımız da birdir, devletimiz de birdir, milletimiz de birdir. Birbirimize hain bakmayalım, her birimizin gönlünü kırmayalım, her vakit kazandığımızdan başımıza olan devletimize de yardım kılalım. Eğer böyle olursa, işimiz de ileri gider, devletimiz de her vakit yükselir, milletiz de yükselir.’’

Neslihan Erdem