Uzun zamandır mobilyacılık üzerine bir yazı dizisi yazmak istiyordum. Bu sektörü 20 yıldır yakından takip eden biri olarak dışardan bir gözle sorunları ve çözüm önerilerimi yazacaktım.

Ancak  yakın zamanda ahlak üzerine çarpıcı bir seminer dinledim.Ve  ticaretten, mobilyacılıktan, para kazanmaktan daha önemli olan ahlak üzerine dertleşmek istedim.

Dertleşmek dedim çünkü bu yazdıklarımın ilk muhatabı benim.

 Biz gazete ve ajans olarak 22 yıldır ticaretin içindeyiz. Bu süre zarfında binlerce insan tanıdık ve onlarla iş yaptık.

En çok şaşırdığımız konulardan bir tanesi kendisini muhafazakar olarak tanımlayan, namaz kılan, oruç tutan, zekat veren yani dinin ibadet kısmını yerine getiren insanların ticarete gelince haram olan faiz, yalan, söz verip tutmama, ödemelerini gününde yapmama, işçisinin hakkından çalma vb.. gibi konuları rahatlıkla yapmaları.

Cuma camiinde cemaatle namaz kılıp hemen ardından bankasına gidip faizle kredi kullanmak, tedarikçisine ödeme yapmayıp umreye gitmek, gece teheccüte kalkıp sabah işe gidip rahat rahat yalan söyleyerek ticaret yapmak….

Listeyi uzatabiliriz. Bu garip durumu anlamlandırmaya çalıştım yıllarca. Ve şu kanıya vardım: Biz kafamızda dini ikiye böldük. İbadet kısmı ve sosyal, ticari hayat.

İbadet kısmı ile ilgili bir sorunumuz yok. Yapsak da yapamasak da ibadet kısmı ile ilgili konularda Allah’ın kuralları geçerli. Ancak konu ticari hayata gelince maalesef “piyasa koşulları “ diye farklı bir din var.

Faiz haram diyorsunuz, “kredisiz bu işler olmaz” diyorlar.

Yalan söylemek günah diyorsun, “yalan söylemeden olmuyor “diyorlar.

İşçinin hakkı diyorsun, “zorla mı çalıştırıyoruz” diyorlar.

 Söz verdiğin vadede ve günde ödemeni niye yapmıyorsun diyorsun, “ticarette var böyle şeyler” diyorlar.

Sanki Allah ibadet etmekle ilgili emirleri verdi ama konu ticari hayata gelince (haşa) piyasa şartlarına göre hareket edin, dedi.

Yanlışlarımız, eksikliklerimiz daha çok. Örnekleri çoğaltmaya gerek yok.

Biz dini ayırarak, yalansız olmaz, faizsiz olmaz vb söyemlerle Allah’a da iftira atıyoruz. Sanki Allah bunları yasak ederek kulundan olmayacak bir şey istemiş gibi.

Halbuki dinimiz 5 vakit  namazı peygamberlik geldikten 10 yıl sonra, orucu zekatı, Medine döneminde farz  kıldı. Ama Mekke’de ilk 10 yılda inen ayetler iman ve ahlakla ilgili ayetlerdi. İbadetten önce ahlak ayetleri ve emirleri geldi.

O yüzden zinanın haram olduğu gibi gıybet etmek, mal satmak için bir diğer firmayı kötülemek, kriz zamanlarında sıkıntıya düşmüş olanın malını yarı parasına almak da yasak, içkinin yasak olduğu gibi kibirlenmek de, malınla mülkünle böbürlenmek de yasak.

Münafıklığın 3 alametini belirten meşhur hadisi hepimiz biliyoruz. Ancak eksik biliyoruz. Hadis şöyle “münafıklığın alameti 3’tür. Konuşunca yalan söyler. Söz verince  sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edilince hıyanet eder.

Buraya kadar olanı yaygın bilinen kısmı. Ancak devamında hadisi şerifte Peygamber efendimiz (s.a.v)  şöyle buyuruyor: “oruç tutsa da, namaz kılsa da, Müslüman olduğunu söylese de”

Bu çok büyük bir uyarı. Münafık; “zahiren müslüman görünen ama aslında kafir olana denir”

Ebu Cehil gibi müşrikler de namazı, oruç ve benzeri ibadetleri yapmayı kabul ediyorlardı. Ancak Mekke’nin ekonomik ve sosyal düzenine dokunma diyorlardı. Aslında uygulamada ve zihniyet açısından bu gün de durum çok farklı değil maalesef.

Halbuki din tüm yaşamı kuşatır. Ve Allah müslümanın her haline karışır. Bir bölümünü alıp bir bölümünü bırakamayız.

Hepimiz şapkayı önümüze koyup düşünmeliyiz.

Biz gerçekten Müslümanmıyız?

ÖMER ŞEN