Tahir 65 yaşına rağmen hala dinç görünüyordu. Her zaman ki gramofonu açmış o özel plağı koymuştu. Yatağından kalmış, tıraşını olmuş aynanın karşısında üstünü başını son kez düzeltiyordu. En son, akşam kuru temizlemeden aldığı ceketine yöneldi.  Önünde durdu. Hafif gözleri nemlenmiş bir şekilde minik bir tebessümle ceketini aldı. Şöyle bir havaya kaldırdı. Sonra dikkatlice giydi.

   Sonra bütün odaları tek tek dolaştı. En son mutfakta… Artık dayanamadı birkaç damla yaş gözlerinden süzüldü. Mutfaktaki sandalyenin kenarına usulca oturdu. Başı elleri arasında sessiz ağlamasını saklıyordu. Sonra birden doğruldu. Masanın üstündeki peçeteler ile göz yaşlarını sildi. Ve aynı ağır adımlarla koridora, oradan hole ve nihayet dış kapıya gelmişti.

   Derin bir nefes aldı. Portmanto üzerindeki karanfili alarak dışarı çıktı. Ağır adımlarla yılların dosttu esnaflarla o tevazulu başını eğerek, sağ elini sol yanına, yüreğinin üstüne koyarak devam etti.

   İkindi ezanları okunurken mezarlığının girişinde idi. Ellerini açtı her yıl yaptığı duayı yineledi. Sonra kapıdan girerek gözlerinde artan nemle, eşinin mezarına yöneldi. “Zarife Altun “yazıyordu. Her yıl onun doğum gününde yaptığını yapmış ziyaretine gelmişti. Göz yaşlarına artık engel olamıyordu. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Dizlerinin üstüne adeta yığıldı. Mezara kapandı. Artık onu tutan hiçbir şey yoktu. Açıkça hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

    Bir süre sonra toparlandı. Göz yaşlarını eşinin ona nişanlandığında verdiği ve ikisinin ismi yazan mendili çıkardı. O her zaman geldiğinde son gözyaşlarını bu mendile silerdi. Yine aynısını yaptı. Elindeki karanfili mezara diğer kuruyan karanfillerin yanına bıraktı.

     Üstünü başını son bir kez düzelti… Ve yıllardır okuduğu şiirini aşkına okumaya başladı.

Bir kadın gittiğinde, nefesin de gider. Öksüz kalır her şey, Sen gibi.

Bir Kadın Gittiğinde; Mutfaktaki dolap örneğin, ağlar ama duyamazsın sen. Özenle saklanmış giysiler, hıçkırarak bağırır mesela, Bardaklar, tabaklar, çekmecenin dibindeki kaşıklar, Hatta ekmek sepetindeki kırıntılar ağlar be…

Bir Kadın Gittiğinde; Mutfaktaki tıkırtılar biter de ya saksıdaki çiçekler? Aç kalır, dökecek gözyaşı bulamaz toprağın neminde, Koridorlar sessiz, odalar kimsesiz kalır.

Balkonlar mesela, çay demi yoktur artık. Eski bardaklar, elbiseler, sandık içindeki tarih…Yastıklar, yorganlar yataklar avarelik içinde, Çıkardığın elbisen, çorabın, tüm kirliliği içinde,Hep aynı durur, hep aynı yerinde…

Bir Kadın Gittiğinde; Giden bir annedir. Yüreğinde dünyayı taşıyan… Bir sevdadır. Yüreğinde ve gözyaşında yaşayan…

Bir Kadın Gittiğinde; Ne çok kişi gider aslında; Bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı… Bir bahçıvan, bir muhasebeci... Bir anne gider... Bir dost... Bir arkadaş...Bir sevgili...Bir nefes…Bir gül…Bir cennet… Ne çok kişi yok olur aslında… Özetle,Öksüz kalırsın sende…

Bir Kadın Gittiğinde; “   Hafif bir yağmur başlamıştır. Sevginin gözyaşları, bulutların dilindedir adeta. Onlarda bu hüzne damlalarıyla dokunmak istemiş olmalı ki…

   Tahir ağır adımlarla doğrulur. Islanmasına aldırmadan son kez eşinin mezarına bakar.

-          Bir sonraki doğum gününde… İnşallah burada değil yanında olmak dileğiyle…

    Sessizce söyler. Gökyüzünde akan nem gibi, gözlerinden akan nem ile aynı ağır adımlarla döner ve sessizce son selamını mezarlık görevlisi Hamza’ya vererek gölgeler arasında kaybolur.

BEKİR AYDOĞAN