Okul müdürlerine ilk kez rotasyon uygulandığı yıldı, tercihlerimizi yaptık, branşıma ve hizmet puanıma uygun olup münhal bulunan bir okul yokmuş ki Üçevler mahallesinde bir ilköğretim okuluna re’sen atadılar beni. Atama hukuksuzdu zira Fizik öğretmeniydim ve bu branşta dersi okutulmayan okula atama yapılamazdı. Mahkemeye verdim, dört beş ayın sonunda eski okuluma geri döndüm…

On beş yıl öncesinden bahsediyorum. Üçevler mahallesi, çoğunluğu roman vatandaşlarımızın yaşadığı, doğudan gelmişlerin ikamet ettiği, varoş diye tabir edilen garipler mekânı bir mahalle… Öğretmenler gencecik, idealist, gayretli gençler; okul ise her anlamda sefillikleri yaşıyordu… Her şey eski, her şey ikinci el, öğretmen masasından tutun da sıralar, dolaplar, panolar, tahtalar perişan halde… Öğretmenler odası hakeza… Eski bir fotokopi makinesi, yırtık koltuklar… Müdür odasının tavanından, çamaşır ipi gibi geçen internet kablosu, koridorların, sınıfların dökülmüş boyası, sıvası, derdi olanı dertlendirecek cinstendi…

İlk toplantımda öğretmenlere önce kendimi tanıttım ya, biliyordu çoğu, nereden ve nasıl geldiğimi… “Kıymetli arkadaşlar, bu okula benim müdür olarak atanmam mümkün değildi, belli ki bir hata yapılmış, muhtemelen geri de döneceğim. Allah’ın takdiri yönüyle bakarsak bu meseleye, buraya atanmamda bir hikmet var, muhakkak bir vazife için gönderdi beni, birinin ya da birilerinin hayatına dokunmalıyım bu süreçte... Bir şeyleri değiştirmem, iyileştirmem gerekiyor sanırım. Birkaç günlük gözlemime dayanarak tespitlerimi ve eylem planımı açıklamak istiyorum.  Öncelikle harika bir ekibimizin olduğunu söyleyebilirim, bu nedenle hedef ve hayallerimize birlikte ulaşabileceğimize inanıyorum… Okulun fiziki şartları çok kötü, bunu hak etmiyorsunuz. İlk işimiz bu şartları iyileştirmek olacak. Sınıflarınızda, öğretmenler odası ve ofislerde eski, kırık, dökük ne varsa hepsini pencereden aşağı atın, buradan başlayalım” dedim… Şaşırdılar, “Nasıl atarız ki, sonrası ne olacak” dediler… “Koridora çıkartın o zaman” dedim, “ya sonra” dediler… “Eskisini atmayanın yenisi olmaz” dedim…

Gerçekten de öyle yaptılar, koridorlar masa dolap vs doldu… Duyuru yaptım çocuklara, “ailenize söyleyin, koridorda gördüklerinizi önce gelen alır” dedim, yarım günde bir şey kalmadı ortalıkta…

“Peki şimdi ne olacak” dedi arkadaşlar, “eski meski bi şeyler vardı, şimdi o da yok, ne yapacağız” dedi birkaçı… “Bu iyi bir gelişme” dedim. ”Artık siz de dertleniyorsunuz yenisini bulmak için, bu çok güzel…” 

Hemen bir ekip oluşturdum öğretmenlerden, esnaf ziyaretlerine başladık, kısa sürede sınıfları koridorları boyamadan tutun, müdür odasının ve öğretmenler odasının tefrişi, fotokopi makinesinden okul kütüphanesine varıncaya, hatta sınıfların güneşlik ve perdesine kadar her şeyi yeniledik…  “Biz temiz ve disiplinli bir okuluz” sloganını her sabah, hep bir ağızdan tekrarladık öğrencilerimizle… “En güzel temizlik, kirletmemekle olur” diyerek haftanın en temiz sınıfını ödüllendirdik vs… Okulumuz kısa sürede farklı bir atmosfere büründü… Daha büyük ihtiyaçlarımız vardı, sponsorlarla halledilemeyecek şeyler… Güvenlik kameraları yoktu, geç saatte çıkıyordu öğlenciler ve bahçe aydınlatması yoktu… Okulun kantini yoktu mesela, bir anasınıfı da yoktu…

Bir dosya hazırladım, dönemin belediye başkanı Alinur Aktaş’ı ziyaret ettim… “Okulumuzu anlattım, zor şartlarımızdan bahsettim. Acilen bir ek bina yapılması gerektiğini söyledim… “Bu mahallenin çocukları, malum dezavantajlı ailelerin çocukları, anasınıfı olmayınca eksik başlıyorlar ilkokula, sonrası da sorunlu gidiyor işte. Ek bina yapalım mevcut binaya bitişik olsun, altında bir kantin, üstünde anasınıfı olsun. Aile birliği toplantılarını bile koridorlarda yapıyoruz… Siz tüm İnegöl’ün başkanısınız, bu mahallenin de. Dosyamı takdim ediyorum, hepsi elzem şeyler. El atarsanız hepimiz mutlu olacağız” dedim… Bu süreçte yaşadığım birkaç hatıramı anlattım ayrıca…

“Saat dördü geçiyordu bir gün, kıştı, soğuktu hava… Dersler bitmiş, okul dağılmıştı. Odamdan duyulacak şekilde kikirdemeler geliyordu koridorun başındaki sınıftan… Sessizce gidip baktım, üç beş çocuktu sınıfta, defterleri kitapları açık, ödev yapıyor, birbirleriyle şakalaşıp gülüşüyorlardı. “Niye buradasınız bu saatte, neden evinize gitmediniz” dedim şefkatle… “Öğretmenim, burası çok sıcak, evimiz soğuk” dediler hep bir ağızdan… Ağlamamak için zor tuttum kendimi…

Yine bir gün, okula girdim ana kapıdan, müdür yardımcısının odası girişte soldaydı… Yüksek sesle azarlıyordu birilerini, kapı aralıktı… Kapıyı tıklayıp girdiğimde manzara şöyleydi; bir bayan ile eşi vardı müdür yardımcısının masasının önünde, ayakta dikiliyorlardı mahcup, mahzun. Adamın şapkası ellerinin arasında, başı eğik, boynu bükük… Bizimki ağzına geleni sayıyor, azarlıyordu karı kocayı… Ben girince sustu… “Hayırdır, sorun nedir?” dedim.. Pişkin halde “ dört çocukları var bunların bu okulda, en büyükleri devamsız, yedinci sınıfta olması gereken çocuk okula uğradığı yok, kalıyor her sene devamsızlıktan” filan diye anlattı bir şeyler… Velilere “benim odama çıkın siz, ben de geliyorum birazdan” dedim, kapattım kapıyı…  “Sen kendini ne sanıyorsun, bu insanları azarlama hakkını nereden alıyorsun. Roman oldukları için mi bu kadar pervasızsın… Bir partinin ilçe başkanı olsaydı bu baba, ya da bir meclis üyesi, itibarlı bir adam ve karısı olsaydılar, aynı şekilde davranabilir miydin… Bak o senin adam yerine koymadığın adam, o kadının kahramanı, bir erkeği eşinin yanında bu derece mahcup etmek, incitmek sığar mı adamlığa… 

Kim anne babasını, soyunu, ırkını, doğacağı coğrafyayı seçebiliyor. Kim fakir ya da zengin doğmayı tercih edebiliyor… Ve sen hangi meziyetin, hangi becerinle kendini üstün görebiliyorsun bu insanlardan… Bir kez daha yapma bunu, duyarsam, görürsem ben de insanların içinde üzerim seni, bilmiş ol” dedim yukarı çıktım… 

Kapıda bekliyorlardı, içeri buyur ettim, oturttum nezaketle, çay ısmarladım. Sandalyenin ucuna oturdular, çekingen, mahcup… Meseleyi sordum kadına, oğlunun neden okula gelemediğini… 

“Biz kağıt, plastik topluyoruz, çöplerden, market önlerinden. Karton, mukavva ne bulursak. Erken saatte kalkmak zorundayız. Eşim kanser hastası işe gidemiyor, at arabasını oğlum kullanabiliyor yalnızca. O yüzden gelemiyor okula, ama diğerleri kesirsizler… Cezası da varmış öyle söyledi müdür yardımcısı. Nasıl yapalım bilemedim…” “Sen okuma yazma biliyor musun?” dedim, “hayır” dedi.. “İşlerini nasıl görüyorsun” dedim, “okumalı yazmalı işleri mesela”… “ Bilenlere yaptırıyorum, ne yapayım” dedi… “Bak çocuğun okula gelmezse o da senin gibi olacak, ömrü başkalarına muhtaç geçecek… Gel şöyle yapalım, haftada iki gün gelsin okula oğlun, öğretmenleriyle konuşayım, o iki günde telafi etsinler diğer günleri… Sana da bir vazife vereceğim şimdi. Mahallede okuma yazma bilmeyenleri tespit edeceksin, yazdıracaksın birine ve liste halinde getireceksin bana. Ben de Halk Eğitim üzerinden “okuma yazma kursu”  açtıracağım ve sen sınıf başkanı olacaksın.” Anlaştık, kavilleştik, kısa zamanda açtırdık kursu. Hep uğradı kadın sonraları, sokakta gördü hürmet etti, hal hatır sordu çekinmeden…” 

Bunları anlattım başkana, hepsini yerine getirdi taleplerimizin varolsun… Tip proje vardı ellerinde aynısını uygulayıp ihale ettiler kısa zamanda. Açılışı yapıldığında ek binanın, eski okuluma geri dönmüştüm bile…

Roman vatandaşlarımız gündemdeydi geçen hafta, bir toplantıda ilçe koordinatörü olarak atanan Hasan Lekesizyiğit ile beraberdik kaymakam beyin başkanlığında… Ulusal eylem planı üzerinde konuştuk, bunlar geldi aklıma işte… 

Ezcümle : “Kimsenin kimseye üstünlüğü yok, üstünlük takvadadır” 

Allah’ın takdirinde olan hiçbir şey için kibirlenmeye, övünmeye, ya da şikâyet etmeye hakkımız yok. Güzellik, yakışıklılık, zekâ, anne baba, evlat, içine doğduğun coğrafya, din, toplum,  ırk, soy onun takdirinde… İmtihan ise, mevcut durumu nasıl yönettiğinle olacak…

yusufşevkiyücel

(yirmisekiznisanikibinyirmibeş)